Bir mum yandı sabaha kadar
Bir mum yandı sabaha kadar Ben yandım sandım Ellerim, ayaklarım, kalbim… Soğuk bir kutupta Biri bağırdı attı kendini bir kuyuya Bir at boğazlandı, nefessiz Kaldı bir gece gibi gündüzün koynunda…
KÜNYE - ben de yazıyorum, diyenler yazdı; biz siziz...
Bir mum yandı sabaha kadar Ben yandım sandım Ellerim, ayaklarım, kalbim… Soğuk bir kutupta Biri bağırdı attı kendini bir kuyuya Bir at boğazlandı, nefessiz Kaldı bir gece gibi gündüzün koynunda…
1 Cem evinin önünden geçerken Bir otobüs huzursuzluğu ile Ne için yaşayamadığımı anlattım Dağa, taşa, toprağa… Oysa giden kimi katlettiğini bilmiyor 2 Kelimeler dem çekiyor Elde var kağıt, yangın içeride…
Okuduğum kitaplar bana yeni bilgiler büyük bir haz ve lezzet verirken insanlar ders ve tecrübe veriyor. En çok İnsanlar bana yeni bir şeyler yeni duygular öğretiyor. Hem de kalbimde kapanmayacak…
İlk namazında mescidi yanmış biçare gibi Elimde seccademle dolanıyorum Hiç açılmayacak olan kapında, İzbe olan hayatının çıkmazında Bekliyorum… Ben şimdi uzak olan sana Bir yabancının gözleriyle sesleniyorum Her şey yolunda…
Gitmek için mi sevdin? Bıraktığın bir ceviz fidanı İki üç kayısı ağacı, asla çıkarılmayacak olan yer elmaları, Açılmayacak bir numara, şimdi karşımda Adam gibi duruyor. Televizyona bakan koltuk yorgun Mor…
Ben akıllıyım dostum Adam ya da kadın olanından değil Tamamen insan olanından Yıkılmış kalenin içinde kapıları üstüne yıkmak değil Dostluk, hani nehirdir ya kimi şairlerce Kuyudur benim için kuyu İçi…
Bir tramvay durağında veya Otobüsün içinde Başını manzaraya yaslamışsın Gök gibi bakan idama karşı Ayıp olmasın diye yaşamaktan utanmışsın Ayakkabısı bile gömülen günlerin -Günlerin hiç ayakkabısı olur mu?- Acısını yudum…
Hani ağlamazdın bir kız gibi? Git derdim, karın ağrın başlardı Penceresi dahi olmayan gönlümüzde Dağlar parçalanırdı Esirdik her dik duruşumuza Mağrur bakışlı hayatımızı Bir sabah selamıyla Bağışlamıştık ayrılık yurduna Sonra……
Ben korkarak büyüdüm Azizim Hiç olarak yok olarak Varlığın nasıl bir duygu olduğunu bilmeden Bir şeyler yaptım birilerine istinaden İşte; karaladım, çizdim, söyledim Kendim içindi Yine de anlattığım birileri vardı…
Nefesinin ardındaki can, duman altı Yaşarken çok şey değişmedi, Haşim kadar yalnız Nazım kadar hasret dolu Bir gece daha nasıl kararabilir ki Sen çalmışsın gecenin karanlığını Habersiz kalmam için yolumu…
Soğuk havanın hakim olduğu, güneşin tekrar tekrar doğmaktan yorulduğu bir günde bir genç ve bir çocuk yan yana otururken genç olan belli belirsiz bir tını ile -Burnumun direği sızladı, dedi.…
Dördüncü ve üçüncü karanlık Birinde soluklanmak için Dinlendiğin her ışık sönmüş Kör dehlizlerde viran Gölgeler göğsünde bir çiçekle ölmüş Yaşam dediğin, yaşayamadıklarına bağlı Rüzgar esti mi, kör olur Artık ne…
Büyürsem her şey geçecek sanırdım Büyüdüm sanmalarım geçti Her şey ortada Çamurdan şiirler yazıyorum Şimdi, okuyamazsın sen onları da İlk olarak anlayamazsın, anlama Mutluluğu sonralara bıraktım Ümit yok bugünlerde Yalnızlık…
Koca bir yüksündür; ruhun bedenine Bedenin, bastığın toprağa ve evrene Zamanlar zaman içinde Kafanı taşıyamaz hale gelir yastığın bile Haykırıyorum size Ağırken kendine Nasıl başka bir yük taşıyabilirsiniz Nasıl aşk…
Yanımda bir delikanlı oturuyor. Zayıf ve esmer. Gidiyoruz, uzun bir yolculuğun yükü var üstümüzde. Hiç bu kadar sessiz olmamıştım. “Memmet Ağa’nın oğlunu kumar masasından kaldıramıyorlarmış” diye laf atsam yine sessizliği…
Büyürsem sabrın kilometrelerce uzağında olacaktım Her bir çimene mutluluk şiirleri yazacaktım Güneşe sesimi duyurmaya çalışmayacaktım Nokta olamayacaktım bir cümlenin sonunda Büyük harflerle güne uyanmayacaktım Anlaşılsın diye dünüm, yarınım Yalnızlığı öğreten…
Eski bir dost Ölü çiçekleri yine sular Cemre düşmüş gönlünde Belki de bir tek çimenler yaşar, Yalnızlığı göğsünde taşıyan geceler Sığıntı dumanında Acizliğinin yasını tutar İris giyinmiş topraklar Bir gelin…
Benim gitmelerimde hesaplı kitaplıydı Keşfe çıktığım kalmalarımı ne yapmalı? Yanlış anladılar Sigara tüttürür gibi, çırılçıplak yalnızlıklarıyla Hesap defterleri ellerinde; Kara kaş, ala göz, burası kış, orası yaz, Hayır, hayır! göz…
Yazamıyorum Bir kuşun kanadındaki ağırlığı Dar ağacında sallanan balığı Bir var bir de bir var Anla yazamıyorum Ritmini prangalara bırakmış ağıtları Nefesini tutan rüzgarı Kalbini yangında unutmuş Necip’i Yazmak kolay…
Kelimeler vurgun yaptı, lal oldu tüm yaşam Uzak hayali, daha da uzaklara sürgün edildi Rıhtımda bir ay bir de akşam Şimdi gelecek, feryat eden martı Artık beklemeler de manasız kaldı…
Özgürlük dediğin nedir ki Yer ve gök arasında sıkışmış kalmışız Uçmak için, çelikten kanatlarımız Hele ki bakmak Göremediğimiz yerden, Duyduklarımıza bağımlıyız Sevmekten çok neyimiz var Gönül onayından geçerse tabi Yürüdüğümüz…
Apansız güneş dağıttı tüm masaları Kursağında kalmış bir tutam yaşam Sardı dört yanını Rüzgara karşı bir akşam Ağlayamamak ne büyük bir acı Boynu bükük uykular yetim misali Her nefes, beş…
Sadece yalnızlığı anlayamadılar “Yalnızlığın kilosu kaç lira acaba?” Kırılgan bir duruşu vardı geniş omuzları olmasına rağmen. Orta yaşlarına yaklaşmış, çene kemikleri belirgin, burun ucu hafif sivriydi. Siyah saçlarını belki de…
Sonbaharda çiçekler intihar ederdi Buna rağmen, usul usul gülümserdi Güneş, sonra bir kuşa veda ederdi Sana veda edeceğim hiç aklıma gelmezdi Bazen kulaklarımda sesin, dikiş makinesiydi Mutluluk, portakal kabuklarıydı mesela…
Ne olur olmaz diye biraz kalın giyinmişti, dünden hazırladığı çantasını aldı kapıya yöneldi. Annesi “aç karnına gitme yemeğini ye” diye ısrar etti dinlenmediğini anlayınca eline bir şeyler tutuşturdu. Gözlerini dahi…
Çay demlenirdi yüreğinde Mesafelere esir olduğum Bulutlar gelir, geçerdi gökyüzünde Günler olurdu, anılar dolusu bırakamadığım Bağımlıydı toprak Sigarayı bırakamayan ergen gibi Hepimize bir kapı aralardı Ne de çabuk koşmuştun Daha…
Sessizliğinin gölgesinde, sağanaktan kaçan yetim bir çocuğun gözyaşlarına sığınışı gibi perişan bir şekilde düşüncelerini yudumluyordu. Tüm evrene arkasını dönmüş ve her zerresi ile de en derin düşüncelerde kulaç atıyordu. Kulaç…
Kaç nefes boğaza takılı kaldı Kaç vicdana mil çekildi Susuyorsun ne yaptım diye Hiçbir şey yapamadığından Duygular rafa kaldırıldı Leş kokan ruhlar dolusu Gülümsemen acı veriyor Acı veriyor kızgın duvarlar…
Bir uçurum kenarından kurtuluşun simgesiydi Bakışların, dalgalanıyordu Yıkılmış gönül topraklarımda Bazen dört nala koşuyordu Bazen de durup selam veriyordu Yüzüne dahi bakamadığımız sterliçyalar Yarım kalmış senfoniydi kızışmalar Sonra art arda…
Vücudumdan ayrılmış başımı, bir çanta gibi taşırken Diken batmış parmağın için, bir sürü yaşımı aştım Koştuğum caddeler boşuna diye feryat ederken Her yıkılışımda kanayan ruhumu görme diye uğraştım Geceden sabaha,…
Saftık, dizilerdeki aşkı gerçek sanacak kadar, İnşa ettiğimiz ruhun enkazı altında Birbirimizi kurtaramayacak kadar yabancı, Ne kadar da mutlu derdik Her okuduğumuzda boş sayfalarımızı Duvara yansıyan gölgenin asaletinden anlardık Yalnızlıkla…
Nefesinden bile kaçtığı bir ortamda gidecek hiçbir yeri yokken sığındığı kapının yabancılığı içerisinde etrafındaki insanlara bakıyordu. Boyun eğdiği hisleri kapıya yaslanmış onun giryan biçimindeki duruşuna bakıyor ve acıyordu. Kalabalığın kör…
Yangınlara koşarcasına kapılmışsın yalnızlığına Tanrıyı arıyorsun ama Allah’a sığınıyorsun Gelmeyecek diyorum, gelmeyecek, biliyorsun İyi ki varsın… Gece kadar sitemlisin İyi ki varım… İnkar ediyorsun yıkılmış topraklarımı Yine de kıramıyorum seni…
Kasım geldi yağmur çamur geldi ama kaybolan umutlarım gelmemek üzere gömüldü. Bugün vazgeçtim. Vazgeçmek bir kaçış deme sakın ! Vazgeçecek kadar ümitsizlik batağına batmış, ruhu Azrail ile dans edecek kadar…
Bilgisiz kalmış alim gibiydi kalbim Ne çok cenaze namazı kılınmıştı Yıkık, harabe Yönelecek bir yol yoktu Nereye baksam virane… Bir ah çeksen bin ahla sulanıyordu Heyhat, susmalar tomurcuk açmıştı Yaşam,…