Loading

Nedim Bey, gardrobu hışımla açtı; hemen sağ alt köşede duran seyahat çantalarından birini kaptığı gibi karyolanın üzerine fırlattı. Takım elbiselerini askılarıyla birlikte çantaya tıkıştırmaya başlamışken evi gözyaşlarıyla terk eden film karakterleri geldi aklına. Bir defa evin hatun kişisi olmuyor muydu filmlerde çekip giden? Adam, kadını çileden çıkarıyor o da tıpkı şu an kendisinin yaptığı gibi tasını tarağını toplayıp gitmiyor muydu annesinin evine? Toparlanıp gidenin kendisi oluşuna canı daha da sıkıldı.

“Memnun değilsin madem, gitsene o zaman be kadın!” diye söylenirken tıka basa dolan çantayı titrek elleriyle kapatmaya uğraştı, kapatamadı.

– Nereye gidersen git! Annenin evine git! Rahmetli yoksa bileevi var işte! Yıllardır “Nedim Bey, çatısı… Nedim Bey, bacası…” diye diye o köhne evin her yanını yaptırtmadın mıbana zaten? Daha da çatlayıp patlayan yeri varsa söyle oğluna, gelsin, halletsin!

Döndü, öteki valizi de çıkarıp diğerinin yanına attı. Önünde yığılan kumaş tepeciğini ikiye pay ederken söylenmeye devam etti:

– Ah Mualla ah… “Bir huzur ver be adam!” diyip duracağına git de arasana o huzuru! Belli ki buralarda yok! Git ara! Annenin evinde ara! Nerede istersen orada ara! Daha da olmazsa çağır oğlunu, alsın götürsün seni evine!

Hızını alamadı, gidip komodinlerden birinin çekmecesini asıldı. O asılışla kırk senelik yatak takımının ayağı kırık komodini, üstündeki fotoğraf çerçevesi ile birlikte yere devrildi. Çerçeve tam ortasından çatladı, komodinin içindekiçamaşır ve çoraplar etrafa saçıldı. Yerdeki çamaşırlara boş bakarken kendi kendine “Doğru…” dedi. 

– Doğru… Hakan, annesinin oğlu… Bir sözüyle koşar gider yanına. Koşup gitmez mi hiç? Anneannesinin evini de yaptırır,isterse alır anasını kendi evine de oturtur. Koşsun bakalım!Ufakken de anneciydi bu oğlan. Ne haliniz varsa görün!

Az önce saçılanları kucağına bastığı gibi sonradan çıkardığı valize gelişigüzel attı. Yerdeki enkazın içinde camı çatlamış fotoğraf çerçevesini fark edince eğilip aldı hemen. Mualla Hanım’la ikisinin tek düğün hatırasıydı bu siyah beyaz resim.Objektife bembeyaz gülümseyen, kol kola girmiş gelin ve damadı biraz inceledi. Bu defa da fotoğraftaki gelinle konuşuyordu:

– Bana şu yaşımda ettiğin eziyete bak Mualla Hanım… Ya ben ne yapayım? Ben de mi Hakan’ın evine çıkayım? Anamın bir evi mi var da gidip oturayım?

Biraz sakinlemişti ki dolabın kendine ayrılan bölümünün ne kadar az olduğunu fark etti. Boy boy, desen desen elbise ve eteklikler, dolabın yarısını istila ettikleri yetmezmiş gibi kendinin olan ufacık alana doğru yayılmış; gerim gerim geriniyorlar. Kendi bölümünü istila eden ne varsa ait oldukları tarafa doğru kızgınlıkla itti:

– Hayatımı da böyle istila ettin, yaşayacak yer bırakmadın, kalkmış bir de huzur istiyorsun benden! Bıraktın mı ki vereyim? Ben de öyle bir gideyim ki aradığın huzurun içindeboğul e mi Mualla Hanım!

Daha söylerken pişman oldu oysa. Biri arabasına diğeri aile dostları İsmet Beylerin yazlık evlerine ait iki ayrı anahtarlığı vestiyerden kaptığı gibi elinde valizlerle çıkıp gitti.

Kendi gibi asker emeklisi olan İsmet Bey’in Kilyos’taki ufacık dairesine giden yolu emektarıyla yarılayana kadar üzerindeki gerginlik gitmedi hiç. Bir ara Mualla Hanım’la tutuştukları sabahki patırtının sebebi düştü aklına. Düşündü, bulamadı. Üstünde de durmadı. Pek sıkı fıkı dostları İsmet Beylerin bu yazlık dairesinde çoğu yaz ailecek bir araya geldiklerindenolsa gerek buraya kaçma fikrini oldukça makul buldu. Gitmek için mevsimi değildi belki, evet… Ancak şu durumda, bir yedek anahtarı kendilerine bırakılmış bu ev “Başın sıkışırsa gelebilirsin dostum.” der gibiydi Nedim Bey için. Neden sonra rahatladı. Direksiyon simidine daha istekle yapışıp kalkıştığı bu macera için kutladı kendini. Bir yandan Mualla Hanım’ı meraklandıracak olmanın diğer yandan kafasını bir iki haftalığına da olsa dinleme fikrinin cazibesi karşısında keyiflendi. Sabahın serinliğine aldırmayıp camı sonuna kadar açtı, tertemiz sahil havasını ciğerlerine doldurdu. Tüm endişesi uçup yerini tamamen rahatlamaya bırakınca kendi kendine konuştu yine:

– Arayan sendin Mualla ama bulan ben olacağım galiba o huzuru.

Zar zor taşıdığı koca iki valizi İsmet Beylerin bahçe kapısından içeri sokarken kızdı kendine. Öfkenin insana normal olmayan işler yaptırdığını düşündü. Sonra durmadı evde. Sahile attı kendini. Çoktandır yapmadığı tek kişilik yürüyüşlerinden birini yaptı. Dinlenmek için bir banka oturup gün batımının turuncu ışıkları altında titreyip duran denizi seyretti. Bu güzelliği bir başına izlemenin eksikliği sinsi bir hüzün olup geldi oturdu kalbine. Fark edince huysuzlandı. Neşeliymiş gibi yaptı. Ama hüzün gitmedi. Manzara “İşte huzur…” denecek kadar güzeldi, diyemedi. Termosuyla gezinen satıcı çocuğun biri yaklaştı yanına. Biraz sonra dumanı üstündeki çayını içerken huzurlu hissetmeyi bir kez daha denemeye niyetlendi, bu defa da içinden gelmedi.Kafasındaki huzur buydu ancak içinde duymadı, duyamadı bir türlü. Ellerini ensesinde kenetleyip denize doğru bağırdı bu kez:

– Oh be… Dünya varmış!

Dedi demesine ama dünya varmış gibi de gelmedi. Giderek grileşen denize bakarken“Boğul Mualla!” deyişini hatırladı;neşesi, güneşin son ışıkları gibi hepten kaybolup gitti. Kalktı,yol boyunca girmeyi planladığı balıkçı lokantalarından birine girmek istedi; ondan da vazgeçti. Geldiği yolu gerisin geri adımlarken başladı yine söylenmeye:

– Bir huzur ver be Mualla! Bir huzur ver!


KÜNYE ONLİNE sitesinden daha fazla şey keşfedin

Son gönderilerin e-postanıza gönderilmesi için abone olun.

One thought on “BİR HUZUR VER MUALLA!”

Bir Cevap Yazın

KÜNYE ONLİNE sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

KÜNYE ONLİNE sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et