Bahar… Şu elma ağaçları, Zarifoğlu’nun aczini hatırlatıyor. Yaşamak ve yalnız ardıç takılıyor zihnimin durup dinlenişlerinde, görebilecekken kapanışlarında gözlerimin kalbime açılırken ışığı güneşin… Devriliyor cümlelerim tefekkürüm dünyadan geçerken, geçip sıyrıldıkça kalmıyor kelimelerim. Allah’a sığınıyorum.
Kupkuru dal yüküydü sadece. Birer asa gibi tutasım geliyordu ellerinden her bir dalın. Tutmaya güç yetiremedim.
Bahar geldi sonra. Çiçekler ki her biri başka renk başka koku başka huzur, açtılar güzel gözlerini bakışlarıma. Alıp yüreğime sarasım geldi her tâcını sımsıkı. Yapamadım. Kıyamamışken kuşlara, kelebeklere; çiçeklere nasıl kıyar insan? Hele laleler, elma çiçekleri…
Rüzgar esti hafif, ılık ılık. Rabbinden müsade alıp toprağa sarıldı birer birer taçyapraklar…
İlk dişini çıkaran bebekler gibi şirince, yaprak açtı ağaçlar. Öyle, saatlerce oturup seyretmek istedim zarafetini incecik yeşilerinin. Olacak ya illa, bir engel mi vesile mi bilmez aczim, yetişmem gerekti hep bir yere…
Tramvaylar art arda gelmeye başladı ya durağa, insanlar, yol güzergâhlarını incelemeye ve karar verip, kendilerini hedeflerine götürebilecek olan tramvayı seçmeye adadılar kendilerini.
Kimi tramvaylardan tramvay beğendi son nefese atfen, seçti, beklemeye koyuldu gelir mi diye.
Kimi tramvay tramvaydır dedi atın ölümü arpadan, her gelen tramvayla başka bir akıbete gitti, gitmekte hâlâ kimi.
Kimi…
Kim?… Öylece duruyor hâlâ duraktaki banklardan birine oturmuş, rayları süzerek. Ne düşünüyor kim bilir, diyecek bir yolcuyu gözlüyordur belki, ne düşündüğünü anlatamayacak olsa da.
Kimi tam vaktince ayarlamış saatini, tam bir niyetle gayretle öğrenmiş evvelden hangi tramvayın nereye götüreceğini, kendisinin nereye gitmek istediğini, hangi tramvaya bineceğini hatta hangi koltuğa oturursa hem kendisi için hem diğer yolcular için daha rahat bir yolculuk olacağını… Aklınıza kalbinize gelebilecek her detayı ayarlamış saatine, biraz önce gelen bir tramvaya bindi, pencereden gördüm, iki kişilik koltuğun cam kenarına oturdu, kapatıp gözlerini başını sol yanına eğdi, tramvay hareket etti, o hâlâ aynı, gidiyordu.
Düşünmedim değil, ben de mi binseydim acaba diye. Sonra vazgeçtim bu düşünceden. Hemen sağ çaprazımda duran elma ağacına çevirdim yönümü. Yapraklar çoktan büyümüş, yeşil renkleri daha da koyulaşmıştı.
Yanına varmayı hayal etmeye bile çekindim;
zira kuşlara, kelebeklere, bahar çiçeklerine dahi kıyamamışken…
İnsan yapraklara nasıl kıyardı,
meyveler kemale ermek için bir sonraki mevsimi beklerken…
Hep bir sonraki tramvayı beklemek düşen bahtına
şu yalnız ardıcın,
aczi Allah’a sığınmakla
-geçer-
bu dünyadan da yürür gider istikametinde
varır nihayetinde Allah’ın murad ettiği tramvayla
Allah’ın murad ettiği bir yere.
Ya yolcunun sol yanından iki kaş arasına inip inip çıkan
ağrıları, sancıları, özlemleri, duaları, aminleri?…
Gözlerimden damladı bir kelime.
Allah’ım!
Sarıldım şu elma ağacının altında gölgelenen karahindibaya uzaktan uzağa…