Seda KARADENİZ
Editörler: Barış Çokaz-Simge Armutçu
Özet
Bu çalışmada Aristoteles’ten hareketle güzel ve iyi kavramlarına değinilecek ve Oscar Wilde’ın “Dorian Gray’in Portresi” adlı eseri üzerinden karşılaştırmalı anlatım ile çalışma yürütülmeye çalışılacaktır. Antik Yunan döneminde ön plana çıkan Aristoteles, hocası olan Platon’dan etkilenerek sanat anlayışının merkezine mimesis ve katharsis kavramları üzerinde oturtur. Bu bağlamdan hareketle çalışma şekillendirilmeye çalışılacaktır. Bu çalışma geçmişten günümüze kadar olan güzellik anlayışlarına yer verdikten sonra Aristoteles’in sanat anlayışına ve ön plana çıkan kavramlara yer verecektir. Daha sonrasında “Dorian Gray’in Portresi” adlı eser üzerinden karşılaştırmalı bir anlatıma başvurularak sonuç kısmında konu bağlanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Güzel, iyi, Aristoteles, mimesis, katharsis, Dorian Gray’ın Portresi
Giriş
Sanat felsefesi denilince akla gelen ilk kavramlardan biri hiç şüphesiz ki estetiktir. “Estetik, felsefi estetik, estetik varlık alanını bütünüyle ele alıp inceleyen bir bilimdir” ( Tunalı, 2008:15). Estetik kavram gereği tıpkı Sanat felsefesinde yer alan diğer kavramlar gibi belirli bir tanımla sınırlandırılamayacak kadar açık uçlu bir kavramdır. Çünkü estetik, belirli somutlukları kendisinde mutlak anlamda taşıyamayacak kadar öznellik ve canlılık içermektedir. Fakat yine de her kavramda olduğu gibi bu bahsi geçen kavramı da belirli bir tanımla açıklamak gerekmektedir. Bahsi geçen kavram felsefi açıdan anlamı itibariyle, “Sanat ya da güzellik alanında söz konusu olan değerleri ele alan felsefi bir disiplin; felsefenin güzeli ya da güzelliği konu alan, iyi, çirkin, hoş ve trajik gibi güzellikle yakından ilişkili olan kavramları araştıran, doğal nesnede, insan ürünü ürünlerde ya da eserlerde sergilenen güzelliklerle ilgili yargı ve yaşantılarımızda söz konusu olan değerleri ve hazları analiz eden daldır” ( Cevizci, 2005:637). Sanat felsefesinin içinde yer alan estetik kavramı beraberinde tanımda da yer aldığı üzere güzellik, iyilik ve doğruluk gibi kavramları da beraberinde getirmektedir. Bu yüzden bu çalışmada ön plana çıkartılması amaçlanan temel sözcükler güzellik ve iyilik kavramları olacaktır. Fakat bu kavramların özünü açıklığa kavuşturmak kolay iş değildir. Yaşam içinde ve sanat alanında gelişen olaylar, çeşitlilik ve yüzyıllar içinde değişime maruz kalmaktadır. Bu durumda Grek felsefesine bakıldığı zaman güzel kavramı üzerine ilk ciddi düşünen ismin Xenophon olduğunu görmekteyiz. Bu kavramı iyi kavramı ile karşılaştırarak ortaya koyan Xenophon henüz pek yavan ve basit bir şekilde de olsa güzel kavramını açıklamaya çalışmaktadır. Daha sonraları Herakleitos, Empedokles gibi düşünürler bu kavramı daha felsefi bir kavram olarak açıklamaktadır. Ancak tüm bunlardan bağımsız olarak güzellik kelime anlamı itibariyle bir nesnenin, öznede haz ya da estetik beğeni dürtüsüne yol açan temel bir özelliğidir. Güzel olan ise görme ve işitme duyularımıza hitap eden, bizde hayranlık ve beğenme duygularını harekete geçiren düzen ve oran içinde bir bütünü oluşturan nesnenin kendisine denmektedir. Kelimenin en genel tanımını yapacak olursak, “Her ne ise, insan da belirli bir haz verici deneyim üreten şey; orantı, yetkinlik, basitlik, birlik ve ölçü yoluyla, duyuların ya da zihnin hoşuna giden, insanda estetik bir beğeni duygusu yaratan şeydir” (Cevizci, 2005:642). Genel anlamından da anlaşılacağı gibi güzellik belirli bir kesin tanım içermeyen belirli kalıp düşünceler ile çerçevesi çizilmeye çalışılsa bile kişilerin her birinin farklı beğeni ve haz dürtüsüne sahip olduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak tanım kişiden kişiye değişkenlik gösterebilmektedir. Fakat haz ve beğeni dürtüsü kişiler arası farklılık gösterebileceği gibi benzerlikler de gösterebilmektedir. Genel görüş itibariyle güzel olan bir şeye aynı zamanda iyi de denmektedir. O halde nedir bu iyi? İyi veya iyi ideası kavramı filozoflar arasında çokça bahsi geçen bir kavramdır. Bu kavramı en net gördüğümüz filozof ise hiç şüphesiz ki Platon’dur. Platon için iyi ideası güzel ile bağlantılı bir pozisyonda yer almaktadır. Güzel ise Eros ile doğrudan bağlantı içerisindedir. Filozof, güzelliği kavramak için Eros’u ön plana atmaktadır. “Çünkü güzellik Eros’un yardımı ile kavranabilir” (Tunalı, 2008:32). Eros’un yöneldiği ilk şey ise tek tek güzel olan bedenlerin kendisidir. Fakat esas güzellik beden yanımız da değil ruh yanımızdadır. Burada ruh güzelliğini beden güzelliğinden üstün tutma durumunu görmekteyiz. Ruh güzelliğini sevmeyi öğrendiğimizde beden yanımıza fazla bağlanmamayı öğrenecek ve bu sayede de esas olanın içte olduğunu kavramak daha da kolaylaşacaktır. Bu durumu Platoncu bağlamda ele alacak olursak beden yanımız yok olup gitmeye mahkûmdur. Esas güzel olan ve mutlak kalıcılığı olan şey ise ruh yanımızdır. Bu yazı da bahsi geçen kitabın ana karakteri olan Dorian, bu düşüncenin tam zıttı bir biçimde ele alınmış, beden yanı ruh yanından daha üstün tutulmuştur. Platon’un güzele olan bakış açısından farklı bir şekilde güzel anlayışı kaleme alınarak o dönem de benimsenen güzellik anlayışlarından farklı bir tutum izlenmiştir. Platon için her şey mutlak iyi ve güzelden pay aldığı için bir anlamda iyidir fakat kitapta bunun tam tersi bir durum olduğunu görmekteyiz. Karakterimiz güzel olduğu kadar iyi değildir aksine güzelliğine zıt düşecek kadar kötü şeyler yapmaktadır. İşte bu noktada Platon’da ön plana çıkan bir başka kavram olan iyi ideası karşımıza çıkar. İyi tüm ideaların üzerinde olan en önemli kavram olmakla birlikte, “İdeaların varlık ve gerçekliğinden sorumlu olan İdeaya verdiği addır” (Cevizci, 2005:949). İyiliğin Platon bağlamından bağımsız olarak ele alınış biçimi güzel olanın aynı zamanda iyi olanı da içinde barındırması demek olduğu da genel bir yargıdır. Bu yargı bizim dolayımsız olarak ulaşabileceğimiz bir yargı olmasa da genel olarak herkes tarafından benimsenen genel bir yargı durumdur. Bu açıdan insanların güzel ve iyi olana olan bakış açısının biçim ve çeşitlilik kazanması için Aristoteles’in sanat anlayışına yer vermek gerekmektedir.
Geçmişten Günümüze Kadar Olan Güzellik Anlayışları
Güzellik insanlığın var olduğu ilk andan itibaren olan en eski kavramlardan biri olmakla birlikte hala günümüzde de popülerliğini korunmaktadır. İnsanlığın dünyaya adım attığı ilk andan itibaren doğrudan ve dolayımsız olarak güzellik de eş zamanlı ortaya çıkmıştır. Kavram daha sonra insanın belli başlı tarihsel sıçrayışları ile birlikte geçirdiği değişim ile birlikte yapısı gereği de dinamik bir kavram olduğu için bulunduğu döneme göre şekillenmekte ve zamanla bu değişim bambaşka boyutlara kadar taşınmaktadır. Güzellik kavramında herkesin fikir birliğine vardığı bir tanım hiçbir zaman yapılamamıştır. Bu kavramla ilgili tartışmalar her yüzyıl içinde durup durup birçok kez alevlenmiş ve hala da alev günümüzde de canlılığını korumaktadır. Güzel sorunu estetik alanının önemli bir kısmını oluşturmaktadır. “O kadar ki bir zamanlar estetiğe güzelin bilimi bile denilmiştir” (Şahan, 2016:130). Ne var ki bu düşünce günümüze doğru değişkenlik göstermektedir. Şimdilerde estetik, güzelin değil gerçekliğin sanatsal özümlenmesinin bilimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçmişin estetik ve güzel olana bakış açılarına değinecek olursak, Güzel kavramının en eski açıklanmalarının temelini atan, Antik Yunan düşünürleri, o dönem de kavramı düzen, denge ve uyum (harmoni) olarak ele almaktadır. Dönem içinde bulunduğu koşullar itibariyle doğa ile iç içe olduğundan o dönem ki filozoflara göre kurallar doğaüstünde bir kontrol sağlamaktadır. Güzelin taklit yoluyla ele alınması düşüncesi de bu dönem de ön plana çıkmış meşhur düşüncelerden biridir. Heraklitos’un ortaya koyduğu bir durumdur. Bu durumu Heraklitos şöyle dile getirmektedir: “Sanat da bunu (karşıtlıklardan doğan harmoniyi) açıktır ki, tabiatı taklit ile meydana getirir. Resim, tabloda beyaz ve siyahı, sarı ve kırmızı renk elemanlarını karıştırır ve böylece de örnek ile olan uygunluğu meydana getirir (Tunalı, 2008:56). Bu sözlerden çıkarılacak en önemli şey evren harmonisi aynı zamanda sanatta olan harmoniyi meydana getirmektedir. Benzer bir düşünceyi Empedokles’te görmek mümkündür. Bir örnek vermek gerekirse bunu da şu sözlerle anlatmak doğru olacaktır: “Nasıl ressamlar adak levhacıkları renk renk boyarlarsa, sanattan iyice anlayan akıllı kişiler-ahenkle birleştirirler, bundan çok, ondan az alıp, bunlardan da bütün benzer şeyleri yapabilirler”(Tunalı, 2008:56). Görüldüğü gibi burada da sanatçının evren ile harmoni içinde olduğu belirtilmek istenmektedir. Doğanın içinde bir yaşam doğayı anlamlandırmakla ilerlemekte ve bu dönemde filozof ya da ressamlar sezgisel ve içgüdüsel kavramlar ışığında işler ortaya koyamamakta daha çok kuralların el verdiği ölçüde ürün ortaya koymaktadır ve bu durum yeteneklerinin elverdiği kadar mümkündür. Platon ile birlikte güzel, matematik olarak belirtilmeye başlanmaktadır. Platon bu fikre olgunluk çağında ulaşmış bu değişim, “ilkin idealar öğretisinden doğarak yavaş yavaş ontolojik yanını yitirmeye başlamış ve sonunda ise lojik -matematik olarak son bulmuştur”(Tunalı, 2008:58). Erken Ortaçağ’a gelindiğinde ise, Geç Antik dönemden miras kalmış olan bir tutumla sanatı öğretilebilir aktivite olarak görmektedirler. Buradan hareketle söylemek mümkündür ki, “yaratıcılığı ve bireyselliği dışlayan, dehaya ve orijinalliğe pek de yer tanımayan bir sanat görüşü çıkar” (Aydoğan, 2014:18). Daha sonraları Rönesans ile birlikte ise sanatçının sosyal ve kültürel pozisyonun da önemli bir değişim yaşanmaktadır. Bu dönemde yaşanan değişim, ressam, heykelci ve mimarın ivme kazanmasına sebep olmaktadır. Bu süreçlerden geçen sanat günümüze doğru yaklaştıkça daha da öznel ve bireyselci bir çizgiye evrilerek çağdaş ve çağcıl bir hal almaktadır. Sanatın ortaya koyduğu konu giderek modernizmin ekseninde önemsizleşmeye, biçimsel özellikler ise değerlendirilmese daha önemli bir hale gelmektedir. 19. yüzyıl ile sanat dünyasına egemen olacak olan düşünce git gide değişmekte ve ilerici olarak adlandırılan sanat insanları inanç ve umutlarını, dinsel veya ahlakçı tanımlardan üstün tutmakta ve insanlığın bireysel özgürlüklerine vurgu yapılmakta bilinçli ya da bilinçsiz muhafazakâr otoriteye meydan okumaya ve burjuva değerlerini tartışmaya açmayı başarmaktadırlar. Sanat camiası hiçbir dönemde bu denli sosyal ve siyasi sorunlarla bu kadar ilgili olmamış ve ezilen işçiler, kapitalist sömürü, köylerdeki yaşam koşulları ve benzeri sorunlar bu netlikte gözler önüne serilmemektedir. Bu dönemle birlikte ortaya çıkacak olan post-modern diye adlandırılacak dönemin taslakları çizilmeye başlanmıştır. Sonraları ortaya çıkan Modernizm, sanatın algısına ve algılanış biçimine yenilikler ve çeşitlilikler getirerek süreci daha da başka noktalara getirecektir. Daha sonra iyiden iyiye günümüze yaklaşan sanat, postmodernizm akımı ile, güzellik ve estetik gibi kavramlara bambaşka bir bakış açısı kazandırmaktadır. Bu akımın savunucu düşünürlerinin ana düşüncesi çoğulculuk olmuştur. Ele alınanları genel çerçevede değerlendirdiğimiz zaman kavramların birçok etkene bağlı olarak değiştiğini fakat en çok dönem içinde ön plana çıkan konularla şekillendiğini görmekteyiz. Sanatın ve içindeki kavramların uğradığı tüm bu değişimler ekseninde de Antik Yunan düşünürlerinin büyük rolü vardır. Bu dönem içerisinde yaşamış tüm düşünürler birçok konunun fikir kişisi olarak birçok alana sayısız katkı sağlamışlardır. Antik Yunan döneminde yaşamış olan, sanat alanında da diğer alanlarda olduğu gibi aktif rol oynayan Aristoteles’in sanat görüşüne yer vermek oldukça yerinde bir karar olmakta ve sanatın Aristoteles çerçevesinden kavranması da bu çalışmada önemli bir yer tutmaktadır.

Aristoteles’in Sanat Görüşü
Aristoteles, Eski Yunan döneminin en ses getiren kişilerinden biridir. Gerek bilim gerek etik alanında etkin rol oynayan Aristoteles, sanat görüşü ile de hocası olan Platon’un miras bıraktığı İdealist kuramı sürdürerek hocasının izinden gitmektedir. Şiir sanatının kökeni ve insanların bu sanattan aldığı zevk doğası üzerine kaleme aldığı metin olan Poetika en fazla yorumlanan metinlerinden biridir. Ona göre, sanat bir öykünmedir, bir modelin tıpatıp kopyasıdır, sanattan alınan zevk de bu kopyanın kusursuzluğunun insanda uyandırdığı hayranlık ve bu kopyanın zararsız bir canlandırma nesnesine indirgenmiş olması dolayısıyla insanın biran için gerçekliğin baskısından kurtulmasının sağladığı rahatlamadır. Aristoteles bunu şu sözlerle açıklamaktadır: “Nitekim iğrenç hayvanların ve cesetlerin kendilerine bakmak ve acı verdiği halde, onların kusursuz tasvirleri çok hoşumuza gider” (Aristoteles,2012:1448b, 5-15). Burada ele alınan durum hayvanın bizde uyandırdığı zevkin ancak, sanatçının üstün becerisi ile ürettiği işin gerçekdışı özellikte olması, bunun da huzursuz olan izleyiciyi bir şey yapma zorunluluğundan kurtulması ile açıklanabileceği öne sürülmektedir. Bununla birlikte, Aristoteles’in bu şekilde anlaşılması, onun gerçek düşüncesini yansıtmamaktadır. Ona göre öykünme, sanatçının gördüğünü büyük bir özveri ile canlandırması, imgenin sağladığı izleyicinin gerçeklikten kopmak demek değil de aksine onu daha iyi anlamaya çalışmaktadır. Nitekim insanın doğasında, “hem taklit etme hem de herkesin taklitlerinden hoşlanıyor olması, çocukluktan itibaren insanlarda gelişen bir özelliktir”(Aristoteles, 2012:1448b5-15). Bu cümleden destek alarak insanlar çocukluktan itibaren canlandırma, taklit etme eğilimine sahip bir varlıktır. Hem de kendisi canlandırma olarak sunulan şeylerden zevk alma eğilimi durumu ortaya çıkmaktadır. Aristoteles’in sanat anlayışında değinilmesi gereken en önemli kavram olan mimesis kavramına yer vermeden bu çalışmayı yürütmek pek mümkün değildir. Mimesis kavram gereği Aristoteles’in sanat görüşünün en ön plana çıkan kavramlarının başında gelmektedir. Ona göre, sanat bir taklittir (mimesis). “Bu kavramı doğrudan hiçbir zaman söylemez. O bu sözcüğü hocası olan Platon’dan alır” (Yetişken, 2012:29). Aristoteles’in görüşüne devam etmeden önce onun görüşünü en çok etkileyen Platon’un Sanat görüşüne kısaca yer vermek gerekmektedir. Platon, sanatta müziği bir yere bırakırsak genel anlamda elimizde kalan mevcut şey taklittir, demektedir. Ona göre mevcut olan sanat, “idealin yansısı olan duyular alanının bir yansısı olmak bakımından silik ve değersiz bir kopya niteliği taşır” (Yetişken, 2012:29). Bu yüzdendir ki bir taklit yapıldığı sürece, sanatın işlevi de, aldatıcı ve göz boyayıcı bir taklitten öteye geçememektedir. İşte tam bu noktada Aristoteles Platon’dan ayrılarak taklidin farklı bir anlamını göstererek bize düz bir yansıtmadan ibaret olmadığını anlatmaya çalışmaktadır. Aristoteles Poetika adlı eserinde sanatın ortaya çıkma nedenini ve varlığını sürdürmesinde rol oynayan doğal nedenlerin neler olduğuna dikkat çekmektedir. Bu nedeni kitabında iki şekilde açıklamaktadır: “Şiir sanatının genel olarak iki neden ortaya çıkarıyormuş gibi bunların ikisi de doğal nedenlerdir ve biri çocukluktan itibaren bizde gelişen bir nedenken öteki tasvirlerin bizde bıraktığı acıma hissinden kaynaklı hoşlanma dürtümüzdür” (Aristoteles, 2012: 1448b, 5-15). Konu ile bağlantısı açısından sanat yapıtları üzerinden bakıldığı zaman bu hoşlanmanın temelinde bilme, anlama ve öğrenme dürtüsü yatmaktadır. “Taklit etmede kullanılan iki ölçüt; taklit edilen nesne ve taklit şeklidir (Bağır, 2018:8). Taklit etme şekli öykünme ya da gösterme yolu ile olmaktadır. Taklit özü gereği üretmek, yansıtmak anlamlarını taşımaktadır. Aristoteles’in taklit diye bahsettiği şey, kişilerde yalnızca zevk ve haz uyandırması değil aynı zamanda nesneyi arındırarak izleyen kişilere konunun tam özünü yansıtması durumunu içermektedir. İşte bu nedenle Aristoteles sanatçıya yeniden şekillendirme imkânı sunmaktadır. “Mimesis insanın asli unsurları olan davranış, tasavvur etme, konuşma ve düşünme gibi diğer becerileri ile iç içedir; dolayısı ile toplumsal hayat içinde vazgeçilmez bir rolü vardır”(Bağır, 2018:8). Aristoteles’in klasik sanat görüşünde mimesis kavramı bir başlangıçtır. Görüşünün son bulduğu nokta bir diğer önemli kavram olan katharsis kavramıdır. Kelime anlamı itibari ile, “Arınma, saflaşma anlamında; kişinin felsefe yolu ile hatalı inançlarından, yanlış fikirlerden, estetik deneyim ve yaşantılar yoluyla da olumsuz duygularından, özellikle de yıkıcı tutkularından kurtulması durumu, ruhun tutkularından temizlenmesi süreci için kullanılan Grekçe terim”(Cevizci, 2005:986) demektir. Sözcüğü söz konusu anlamında ilk kullanan kişiler Pythagorasçılardır. İlkçağ Yunan felsefesinde ruhun tutku ve şehvetten arınması anlamında kullanılmaktadır. İlk zamanlar dinsel anlamda kullanılan bu kavram daha sonraları sanatta duyguların boşaltımı, kişilerin estetik deneyimler aracılığıyla olumsuz duygularından arınması anlamında kullanılmaktadır. İnsan ruhu gereği belirli bir arınma yoluyla duygularını dışarıya atmak istemektedir. Bu arınma Aristoteles’in de ifade ettiği biçimiyle, “tragedyanın amacı acıma ve korku duygularını harekete geçirerek, ruhu kendi tutkularından arındırmaktadır” (Bağır, 2018:9). Sanat bu yönüyle yalnızca estetik bir haz üretmekle kalmaz aynı zamanda kişisel bir durgunlukta sağlamaktadır. Mimesis ile yaratılan şey, katharsis ile ortaya çıkan arınma sanatının amacını oluşturmaktadır. Antik Yunan’da gerçekleşen Tragedya gösterilerinde izleyicilerin oyunu oynayan kişinin yerine kendisini koyması sonucu hissettiği derin hüzün ve korku sonucu bedenini acılardan ve korkulardan arındırması Katharsisin ilk örneklerini oluşturmaktadır. “Başka bir deyişle, Aristoteles sanatı aynı zamanda psikolojik ve ahlaki etkileriyle ele alarak, sanatın “arınma” amacına hizmet ettiğini söyler”(Cevizci, 2014:458). Bu yüzden deAristoteles için sanatı ruh ezici üzüntülerinden, çeşitli iç baskılarından kurtaracak olan Katharsisin büyük bir görevi vardır. İnsan şiddeti heyecanlar duymak ihtiyacındadır. Oysa sosyal hayat normal olarak bu heyecanları duymamız için yeterli olaylar yaşatmamaktadır. İşte tragedya bu şiddetli heyecanları yaşamamız için en uygun yerdir. Tragedya bu şiddetli heyecanları tetiklemek ihtiyacını tehlike içermeyen imgelerle ve kelimelerle karşılamaktadır. Bu tür duyguları bizde uyandıran sanat eserlerinin kişi üzerinde kurtarıcı bir görevi vardır. Bir ilacın hastalığı yenmeye yardımcı bir araç olduğu gibi sanat eserleri de bizde manevi bir muafiyet sağlamaktadır. İşte bu noktada Dorian Grey’in Portresi adlı eserde kaleme alınan ana karakterin yaşadığı sürecin zorluğunu okuyan okuyucu da tıpkı tragedyaları izleyen seyirciler gibi bir arınma yaşatmaktadır. Kişi kendisine sunulan eserde kaleme alınmış olan konuyu okurken içinde bulunduğu durumdan dolayı karaktere acımakta, fakat bu noktada onun yerine kendisini koyarak geldiği noktada ise acı yerini kızgınlık ve endişe haline yani katharsise bırakmaktadır. Okuyucunun okuduğu kitapta yer alan karakter, kitap boyunca yer yer bir sürü kötü şeyler yapmaktadır ve birçok problem ile karşılaşmaktadır. Okuyucu da karakter ile kötülüğe, aslında dışarıdan görünen şey ile içeride hissedilen şeylerin farklılığını bu denli net hissederek kendini karakterin yerine koyup düşünmeye başlamaktadır. Bu sayede okuyucu kitabın sadece bir kitap olduğunu içinde yazıya dökülen olayların ve karakterlerinde netice de hayali birer insan olduğunu unutarak hayattın içinde olabilecek gerçekliğin çıplak netliği karşısında kaçınılmaz olarak katharsise ulaşmaktadır. Bu noktada Aristoteles’in ortaya koyduğu katharsis kavramı sonucunda meydana gelen arınma, boşalma gibi duygu durumları kitaplarda da karşımıza çıkabilmektedir. Kitabın içeriğinde Aristoteles’in sanat görüşüyle benzer noktalar olduğu kadar pek çok farklılık da mevcuttur. Aristoteles güzel olan ile iyi olan arasında doğrudan bir bağ kurmaktadır. Fakat kitapta bahsi geçen Dorian isimli karakter bu tasvirin tam zıttı bir şekilde yazar tarafından kaleme alınmıştır. Aristoteles için güzel aynı zamanda iyidir ve iyi olan içinde güzel olanı da barındırmaktadır, fakat kitapta tam zıt bir çizgi de anlatılan bu durum kitap boyunca aslında fiziksel olarak sahip olduğumuz altın oran ve saf güzellikte sahip olduğu görünüşün karakterine ne denli başka yansıdığını aslında güzelin içinde iyi barındırmayacağı savını bize göstererek klasik sanat anlayışının karşısında bir tutum sergilemektedir. Güzel diye tasviri yapılan kişilerin ya da bazı nesnelerin içinde koşulsuz iyi barındırmadığını bu kitap sayesinde anlamak mümkündür. Mümkün olan birçok perspektiflerden biri olan bu bakış bize başka türlü kombinasyonların da olduğunu göstermektedir. İnsanın kendisi başlı başına bir sanat eseridir bu sanat eseri kimi zaman dış dünya ve orada yaşayan canlılar için mükemmel algılansa da aslında durum hiç de öyle değildir. Dış dünya için güzel olan bir şey görünmeyen kısımlarında bambaşka biri olabilmektedir. Her yetkin bilinç, her estetik olan nesnede ya da bir sanat yapıtın da veyahut bir kitapta görünmezin peşindedir. Görünmez olan var olmayan demek değildir aksine var olandan daha nettir bazen. Olan şeyde her şeyi bütün açıklığıyla görmek olanaksızlıktır. Zamansal ve uzamsal engeller her zaman karşımıza sınırlayıcı bir unsur olarak çıkmaktadır. Gündelik yarar açısından pek bir anlam ifade etmediğini düşündüğümüz bir sanat yapıtı bazen insanları dolayımsız olarak kabullendikleri düşüncelerin karanlığından kurtarıp ışık gibi gözlerini kamaştırabilmektedir. Kitap akış boyunca bize ‘güzel olan aynı zamanda iyidir’ kalıbının ne denli kolay çürütülebileceğini göstererek, sanat eserlerine ya da insanlara başka bir pencereden bakma fırsatı sunmaktadır.
Sonuç
Geçmişten günümüze kadar olan süreç içinde insanlar birçok kavram ve düşünce hakkında sayısız fikirler ortaya koymaktadır. Sanat felsefesinin en temel kavramlarından olan güzel ve iyi kavramlarıiçinde bu durum aynı şekilde ilerlemektedir. Sanat, İlkçağdan itibaren güzel şeyler yaratma ve sunma şeklinde ortaya atılmıştır. Platon, Aristoteles gibi İlkçağa damgasını vuran düşünüler ise Klasik Sanat Anlayışı düşüncesine hizmet eden fikirlerden biri olan güzel aynı zamanda iyi olanı da içinde barındıracak düşüncesini ortaya koymuştur. Aristoteles, “sanatın taklit eden veya temsil eden doğasına dikkatleri çekmişlerdir. Ama taklit denilince, insanın aklına sadece nesne görünümleri değil, farklı iç duygu ya da anlamların sunumları da gelmektedir” (Çelikkan, 2018: 29). Aristoteles için sanatın iki temel kavramı mevcuttur. Taklit (mimesis) yoluyla sanat ve katharsis olarak sanat. Aristoteles için güzel ve iyi olan bir ve tek olarak ele alınmakta güzel içinde iyi olanı da barındırabilmektedir. Oysa Dorian Gray’in Portresi adlı eser üzerinden bu durumu inceleyecek olursak, güzel ve iyinin iç içe olmadığını görürüz. Kitapta iyi kavramı amaçlıdır ve fayda içermektedir. Güzel olanın ise her zaman amaçlı ve faydalı olduğu söylenemez. Kitapta bu durumun somut izlerini görmekteyiz. Karakterimiz güzeldir fakat içinde iyiyi barındırmamaktadır. İyiliğin belirli prensip ve bağımlılıkları vardır; güzellik ise özgürlüktür. Ahlaksal anlamda iyi olmak çekici ve sempatiklik içermezken, güzel olan nesne ya da kişi insanları kendine çeker ve heyecan duymalarını sağlar. Bir sanat yapıtındaki çıplak bir görüntü ahlaksal anlamda kötü ya da ahlak dışı algılanabilmektedir. Fakat güzel ve estetik olabilmektedir. İyilik duruma ve olaya göre değişkenlik gösterebilmektedir. Kitabın konusu ilerleyen kısımlarda bu noktalara da vurgu yapmaktadır. Karakter, ahlak dışı ve kötü algılanan bir sürü kötü kararlar vermektedir. Ama bu durum dışarıdan gözüken estetik ve güzel normunun değişmesine sebebiyet vermemektedir. Oysa bu durum bir tablo yoluyla ele alındığında karakterimizin portresi her yaptığı kötü kararlardan ötürü kötüleşmekte ve çirkinleşmektedir. Bu çirkinleşme iyiliğin eksildiği noktalarda artmaktadır. Bu değişim dış dünyaya açılan formumuzdan çok kişisel seçimlerimizle doğrudan orantılı olarak ele alınmaktadır. İşte tam bu noktada Platon, Aristoteles gibi Klasik Sanat Anlayışına hâkim olan düşünürlerin aksine güzel olan içinde iyi olanı barındırmayabilir. Bu durum tam tersi biçimde de olabilir. Biçimsel bir formu yeterli estetikliğe sahip olmayan kişi içeriden iyi olanı barındırabilmektedir. Bu düşüncelerin konuyla alakalı olarak mutlak bir kesinliği ne yazık ki yoktur. Sanat felsefesinde yer alan birçok kavramın kesinliği diğer alanlara nazaran daha yetersizdir. Tüm bu düşünce taslakları, insanın yaratımı sonucu meydana çıkmaktadır. Sanat yapıtı, var olanlar arasında herhangi bir var olan değil de, hayal gücünün nesneleri değiştirmesiyle sanatçı tarafından yaratılan, kendine özgü bir durumdur. Kaleme alınan edebi eserler ya da tabloya yansıyan resimler veyahutta kaleme alınan şiirler, tüm bu şeyler hem bizim aşina olduğumuz şeyler hem de bize yabancıdır. Aşina oluruz, çünkü onlara her yerde rastlayabiliriz. Biçimsel olarak roman ya da film olsun ya da her gün maruz kaldığımız eşyalardan biri olsun, bütün bunlar adlarla da olsa bizim birer parçamız niteliğinde varlıklarını sürdürmektedir. Her estetik nesne, şimdiden geniş zamana ve buradan da dış dünyaya açılır. Sanat eserlerini yapan bilinçler, eserlerini ortaya koyarken, görünmez olanın daha önce ortaya konulmamış olanın peşinde gibi gözükmektedir. Görünmez olması demek var olmadığı anlamına gelmez. Zaten ortaya koyan eserde de her şeyi bütün açıklığıyla göremeyiz. Bir tabloda ya da bir kitapta her zaman bir boşluk vardır. Bu durum insan içinde geçerlidir. Sanat eserleri insandan taşar, bu taşma bilinçten pay alarak her zaman kendinde bir bilinmezi içermektedir. Zamansal olan ile uzamsal olanda engeller mevcuttur. Bu zamansal ve uzamsal alana dâhil olan her estetik nesne, hatta insan bile canlı ve devingendir. Çok yapılı olan nesne değişime karşı koyamaz vaziyette varlığını sürdürmektedir. Dorian Gray’in Portresi adlı eserde ana karakterimiz kendisinin zamansal ve uzamsal düzlem içinde yaşayacağı olumsuz değişimi engellemek için ruhunu şeytana satmıştır. Bu durum genel akışı bozmakta ve her şey olduğundan daha kötü bir hale gelmektedir. İşte tam bu noktada az önce ele alınan düşünce desteklenmektedir. İster sanat eseri olsun ister insan olsun dış dünyaya açılan her somut obje değişime mahkûmdur. Sanat eserinin belirli açıklamalarda uzlaşmamasının sebebi de bu noktaya bağlanır. Estetik olan kurulmuş sonradan ortaya koyulmuş bir şeydir. Bu dönüşme ve değişme hali sanat yapıtlarının en yetkin hale evrilmesine kadar devam eden bir süreçtir. İnsanlar için sanat yapıtlarının estetikliği tartışma konusu bile olsa, insanların bir araya gelmelerini sağlayan bir ortam da oluşturabilir. Sanat bu birleştirici yönüyle insana yarar sağlamaktadır. Genel olarak toparlarsak Antik Yunan’da ön plana çıkmış olan Aristoteles için sanat taklit ve arınma yoluyla ele alınmaktadır.
Kaynakça
Aristoteles (2005) Poetika ( Kalaycı, Nazile, Çev.) Ankara: Felsefe Dizisi
Aydoğan, E. B. ve Soğancı İ.Ö. (2014) Sanat Felsefesi, Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü Ders Notları
Cevizci, Ahmet (2005) Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Paradigma Yayınları
Cevizci, Ahmet (2014) İlkçağ Felsefesi, İstanbul: Say Yayınları
Çelikkan Gece, Şule (2018) Modern ve Postmodern Dönemlerde Soyut Sanat Felsefesi, İzmir: Mugan Kavram Yayınevi
Tunalı, İsmail (2005) Grek Estetik’i, İstanbul: Remzi Kitabevi
Yetişken, Hülya (2012) Aristoteles’te Sanatın Neliği ve Işığı
Yetişken, Hülya (2012) Aristoteles’te Sanatın Neliği ve Katharsis Kavramları Üzerinden Bir Film İncelemesi; Dogville
Ziss, Avner (2016) Estetik (çev. Yakup Şahan), İstanbul: Hayalperest Yayınevi
Wilde, Oscar, (2018), Dorian Gray’in Portresi (çev. Didar Zeynep Batumlu),Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları