‘Acaba o kapının arkasında ne var?’
Bu soru hayatımın özeti ve sonu oldu. Dört duvarın ardında yaşananlar beni her zaman meraklandırırdı. Bu merak duygusu istemsiz bir heyecan yaratarak adeta damarlarımda dolaşan milyonlarca kuş tüyünü havalandırdı. İşte başıma ne geldiyse bu merak duygusundan gelmişti. Evet! Öldüm! Nasıl ve neden öldüğümü, kim tarafından öldürüldüğümü ise bulmak sizlere düştü. Çocukluğumun ilk yıllarında itibaren yıllarca içimi yiyip kemiren merak duygusunu artık sizlere emanet ediyorum. Alın kağıt ve kaleminizi elinize başlayın bakalım cinayetimle ilgili ipuçlarını kovalamaya.
…
Odanın ortasında antik halının üzerinde yatıyorum, başımda da iki polis; biri sağa diğeri ise sola doğru bakınıyor. Yeşil renkli, kırmızı çiçek desenli kağıt duvarlara, koltukların üzerindeki el örmesi örtülerdeki renk seçimlerine, duvarlarda asılı onlarca tabloya, etraftaki biblolara, odanın neredeyse yarısını doldurmuş üst üste yığılı kitaplara, ciltli bağlanmış tomar tomar gazetelere… yani bu garip odada, bu garip halde nasıl öldüğümü sorguluyorlar zihinlerinde. Bunu yüz mimiklerinden anlıyorum. Yani demem o ki, onlara da geçti benim ölümüme sebep olan merak duygusu.
Genç ve yakışıklı bir polis fotoğraf çekiyor; uzun boylu, uzun saçlı, kahverengi saçlarını atkuyruğu yapmış güzel bir polis elindeki tablete bilgiler giriyordu. Her zaman bu kadar güzel ve yakışıklı mıydı polisler, bir filmden fırlamış gibi; yoksa benim mi dikkatimi yeni çekti bu durum bilmiyorum. Sanki mankenlik ajansından özellikle seçilmiş gibiydiler şaştım, kaldım. Ölüm bile merak duygumun sönmesini, bir nebze bile olsun azalmasını sağlamadı. Şimdi hepiniz nasıl öldüğümü merak ediyorsunuz öyle değil mi? Acaba beni kim öldürdü, işte bütün mesele bu?
…