Loading

Karanlıkta kalan uzuvlarını, belli belirsiz cılız bir ışık bölmek için çırpınıyordu. Sanki hayatının evreleri, yavaş yavaş kendini iyileştirmek istiyordu. Şöminenin önünde, bedeni ısınırken ellerinin arasındaki defterine baktı.  Derin bir iç çekti. 11 Kasım’ın kurşuni tondaki kasveti, havayı değiştirmişti. Sanki bütün renkli geçmişi avucunun içinde tutuyor ve veda etmek adına hazır da bekliyorlardı. Bugün, sevdiği adamı yaşatabilseydi böyle olur muydu diye düşündü. Gözlerini yumdu ve birkaç dakika bunun hayalini kurdu. Soğuktan çatlamış dudaklarını öperken elleri uzun boynunda oyalanıyordu. Biçimli parmakları belini kavrayarak incitmeden okşuyor, usulca boynuna sokuluyordu. Tenleri birbirine değdikçe aşkları alevleniyor ve öpüşmeleri uzuyordu. Sevişen bedenleri, yanan şöminenin önünde soluksuz parlıyordu… 

Gözlerini açtı ve gerçekleşmesi imkânsız hayalini düşüncelerinden silmeye çalıştı. Yanındaki kutunun içinde, ona ithafen kuruttuğu güllerin kokusu yüreğindeki acıya su serpiştirmeye bir nebze de olsa yetiyordu.  İçinde bitmek bilmeyen feryatları susturacak tek kıvılcım parçası, sevgilisiydi. Lakin yok oluşundan bu yana sadece ondan kalan birkaç fotoğraf ve nereye baksa bitmek bilmeyen anılar kalmıştı. Gözlerini ovuşturdu, sanki sevdiği adamın görüntüsünü kovmak ister gibiydi…  

Yıpranmış yeşil defterin kapağını araladı.  Yazdığı her cümlenin sonunda, ruhu defalarca bırakılan boşluktan aşağıya attı. Çevirdiği sayfalar yüreğini burkuyor ve içindeki darbeyi durduramıyordu. Onun uğruna idam ettiği kelimeler kadar acıydı, duyguları. Daha fazla dayanamadı ve defterin sayfalarını hızlı hızlı çevirdi. Hırsı, kalbinin ritmiyle denk düşüyor ve gittikçe kızışıyordu. Hızlanan nefes alışverişlerini düzene sokmak için durdu. Başını havaya kaldırdı. Gözyaşlarını bir nebzede olsa engel olmaya çalıştı.  Ağlamamak adına verdiği sözü tutmak istiyordu. Lakin duygularındaki kayıpların yoğunluğu, ağlama hissini bastıramıyordu. Çocukluğundan gelen travmalar, zihninin duvarlarında dönerken bedeni tepkiler gösteriyordu. Rutubet tutan anıları, çevirdiği sayfalarla bütünleşip dirilmek uğruna çaba sarf ediyordu. Ellerini başının arasına aldı ve boş bir sayfa aralanırken durdu. Kendinden bağımsız hareket eden parmakları kaleme tutundu. Yüzleşemediği duygularını, mürekkebine yayarak nakış gibi işlemeye başladı… 

Bugün, sen doğdun ve dört bir yanım kurumuş güllerimizle dolup taştı. Yaşadığım bu kasvetli şehirde, her yer ışığınla aydınlandı. Sen var oldun, ben de sende takılı kaldım. Ellerin ellerime değdiğinde kavrayamadım zamanlardaki çarpık gülüşün kadar sahiciydi yaşanmışlıklar. Sarıldığında, sevgiye aç olan bedenim sadece sen de kaybolurdu. Seni benden başka kimse bulamazdı derinlerinde. Ezberimdeydi yüzün; gülünce kısılan gözlerinden tut, duygulanınca dudakları titretmesine, sinirlenince çatan kaşlarının arasında oluşan iki çizgiye kadar her bir detayın, Tanrıdan bana gelen en güzel lütuftu.  

Seni, her gün ziyaret etmek isterdim. Yüzünü okşuyormuş gibi toprağını ve yanına getirdiğim kurumuş güllerimizi doya doya koklamayı yeğlerdim. Onların da üzerine ölüm, ayrılık, hüzün sinmişti. Tıpkı bizim birbirimize doyamadığımız gibi, tıpkı ayrılıkların ardından intihar eden kumruların çaresiz vedası kadar keskindi, yok oluşun… Her 11 Kasım da kendini bana saklar, pastanın üstündeki mumları üflerken benimle birlikte sonsuzluğu dilerdin. Lakin sevgilim, her güzel hikâyenin bir sonu vardır. Sensizlikle cezalandırıldığım bu hayatı, biz seçmedik. Öldürdüğüm çiçeğimi tekrar yaşatamadığım gibi senin de ellerini tutmayı beceremedim. Yüz bin parçanın arasında seni bulmak çok zor şimdi. Bak, her doğum günün de olduğu gibi şöminenin önündeyim ve etrafım kurumuş güllerle çevrili. Kenarda birkaç fotoğrafın, eşyan, kokun ve silinmek üzere olan anıların… 

Sen gittiğinden beri sadece rüyalarımda bulabiliyorum seni. Bazen saatlerce uyuyorum; daha çok seni görmek, dokunmak, öpebilmek için. Uyandığımda ise yüreğimde kocaman bir boşlukla kalakalıyorum. Duygularımda sakladığım, eşsiz kısımların soluksuzca kanıyor. Ardında bıraktığın şarkılar ise sahipsiz çalıyor. Zihnimin duvarlarında yankılan sözlerin, ömrüme mıhlanmış bir cümleyle kaşıyor yitik yanlarımı ve sana dokunamıyorum.  Evet, ben senin yokluğuna alışamıyorum, yapamıyorum. Seninle başıboş caddelerde yankılanan kahkahalarımızı arıyorum. Aşk dolu bakışlarının altında ezilen hislerimi özlüyorum. Ansızın öpüşlerini, beni kucağına alıp uçuruşunu, ağlarken ıslanan kirpiklerimle oynayışını, düşlerinin arasına bizi yerleştirmeni, sabırla beni dinleyip, bütün kötülüklerden koruyup kollamanı, sabahlara kadar sevişmelerimizi…  

Bendeki olan yerin, karanlık bir kuyuyu anımsatıyor sevgilim. O kadar derin ve ıssız ki uzuvlarım uyuşuyor, bedenim titriyor, bu manzara karşısında. Aldığım terapiler, ilaçlar fayda etmiyor. Ansızın çıkıp gelsen düzeleceğim biliyorum. Lakin bir imkansıza tutunmak çürük bir daldan medet ummak kadar aciz, şimdi. Bir türlü kabullenmeyi reddettiğim gidişin gibiydi kurduğum kırık hayaller. Kulaklarımdaki çınlama, gözlerimin önündeki görüntünü sarsıyor, beynimi uyuşturuyor. Sessiz çığlığımın haykırışı soluk boruma takılıyor. Soğuk kaldırımın kenarına oturmuş yoldan geçen her simada, mimiklerini arıyorum. Rüzgarlar esiyor ama kokunu tadamıyorum. Mevsimler geçiyor, kuşlar göç ediyor, yıllar bitiyor ama seni bulamıyorum. Var olduğun ayın, kış yağmurunda usul usul ıslanıyorum.  Üşüyorum, göğsüne ihtiyacım var. Ruhum yanıyor, bir duble sesinle, kabustan uyanmak istiyorum… 

  Sensizliğinle resmetmiş bu geceyi, doğduğun günle kutluyor ve acıyla kıvranıyorum. Kış güneşinde parlayan altın kirpiklerinden öpüyorum. Şimdi, son kez ruhunu anarken sarıl bana. Gözlerden ırak sadece sen ve ben kalalım olur mu? Kulaklarımızda çalan aynı şarkı eşliğinde, sönmek üzere olan yıldızlarımızın altında dans edelim. Birbirimize karışıp bu fani dünyadan birlikte veda edelim. Başka bir evrende sadece biz kalalım. Belki sonsuz kalamadık ama hala benimlesin hissediyorum. Saç diplerime kadar ruhun, ruhumla sarmaş dolaş. Her bir uzuvlarım kurumuş güllerimizin içinde yaşamak için direniyor… 

Kurumuş güllerin anıtı gibi bu ıssız gecede, kül tutmuş güllerin kokusu çökecek umudunu kaybetmiş bütün aşıklara. Benim, sen de takılı kaldığım gibi bütün vaat edilen sevgilerde acı artık. Seni seviyorum, İyi ki ve son kez doğdun sevgilim… 

                                                                                                                  11 KASIM 2022 

Masal, yazdığı yazıyı gözyaşlarıyla ıslatırken kucağının üstündeki mumu aldı ve ucunu tutuşturarak gözlerini kapadı. Titreyen dudaklarıyla onun adına bir dilek diledi. 

“Belki bu dünya da sonsuz kalamadık ama inanıyorum ki, başka bir evrende hala birlikteyiz. Beni orada bekle olur mu? Kavuşacağız. Ruhun şad olsun, sevgilim. İyi ki ve son kez…” 

Mumun üstündeki cılız ateşi üfledi. Hisleri gibi sızlayarak söndü. Kurumuş güllerini avucunun içine aldı ve şöminedeki yanan alevi, sevgilisinin kokusuyla besleyerek kışkırttı. Kül olan yapraklarla birlikte, fotoğraflarını ve ona ithafen yazdığı defteri de yanına kattı. Beslendikçe şiddetlenen alevi yüreğindeki acıyla harmanlandı.  Mürekkebinden dökülen her cümle eriyerek küllerin arasında biriken kıvılcımlarla bütün oldu. Yıllardır beslediği saf duygular ansızın kaybolurken, yüreğini sızlattı. Acı dolu manzaranın önünde, tırnaklarını avucuna bastırıp kanattı.  Elinde sadece yazdığı son mektup vardı, o da kana bulanmış can çekişiyordu.  Dudakları belli belirsiz kıvrıldı. Yüzüne yansıyan alevler, sızlayan kesimlerine dokunuyordu. Zihninde dolanan sevgilisinin görüntüleri yavaş yavaş silinmeye başladı. Dayanamadı, ruhu ile birlikte yazdığı son mektubu da tutuşturarak doğduğu güne, varlığına ve geçmişine veda etti… 

Reklamlar

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: