Günlerdir yaşanan felaket nedeniyle deprem bölgesinde yaşananları ekran başında pür dikkat bir şekilde izliyoruz. Öncelikle bu acıya dayanmak için insanların acıma ve acıyı hissetmemesi gerekir. Yirmi dört saatimizi eşim ben ve çocuklarımız içimizde hissederken ve gece uykularımızın kaçmasına neden olan o soğukta yatacak yeri olmadan soğuklara maruz kalan ve göçük altında o soğuk ayazda kurtarılmayı bekleyen insanlar için dua ederek geçiriyoruz. Keşke bu felaketler yaşanmasa da o insanlar normal vadeleriyle canlarını vermiş olsalar.
Bu durum ne bir uçak kazasıyla ne de bir trafik kazasıyla karşılattırılacak acı bir felaket değil ne yazık ki. Benim içimi acıtansa oralara giderek o insanların acılarına ortak olamamak ve onlarla beraber ve orada mücadele verenlerle beraber bir şeyleri yapamamak. Özellikle hasretle enkazların altından gelecek güzel bir haberi bekleyen yakınlarının umutla büyük bir beklenti içinde acaba güzel bir haber alabilir miyiz demeleri. Enkazlar kaldırılırken o enkazlardan artık umutların tükendiğini düşünmeden acaba bir ses veren olurda hüznümüz mutluluğumuz olur mu düşüncesi.
Çünkü her bir çaba bir umut demektir. O insanların sadece günahları mı desek veya başka bir şey mi desek tam bilemedim. Yani o bölgede yaşayan halk olması mı yoksa o bölgelerde yani deprem bölgesinin insanı olmaları. Başlarını soktukları betondan yapılma evlerin birgün mezarları olacağını nereden bilebilirlerdi ki? Yıllarca çalışıp çabalayıp birkaç kuruş biriktirerek sahtekâr namussuz Müteahhitlerin tamahkarlık yaparak, sırf üç kuruş fazla para kazanmak için malzemeden çalıp çırparak o evleri yapıp kendilerine mezar olarak yaptıklarını nereden bilebilirlerdi ki!
Bir taraftan hırsız müteahhitler, diğer taraftan onlara onların eğitimli olup olmadıklarına bakılmaksızın müteahhitlik belgesini birkaç kuruş parayı kasasına doldurmaya çalışan yetkili merciler. Eline çekici alıp köyden çıkarak inşaatlarda amele olarak çalışmaya gelen insanların biraz gözleri açılıp, ortamı öğrendikten sonra ve birkaç kuruş birikintiyle müteahhitliğe soyunması sonucu bunlara inşaat yapmaları için inşaat ruhsatı veren yerel yönetimleri bu işte suçsuz gibi göstermek merkezi yönetime açıkçası büyük bir haksızlık olur.
Merkezi yönetim muhakkak eleştirilmeyi hakkediyor, eğer insanlık için zararlı olan durumlarda kanunlarınız yetersizse, eğer çıkardığınız kanunları tatbik etmekte yetersizlik göstermişlerse haliyle eleştirilmeyi kesinlikle hakkediyorlar. Ama! Denetim yaparak müteahhitlere sessiz kalarak yanlışın altına imza atan denetim firmaları hakkında yanlışa göz yumman açgözlü denetmenler için hiçbir şey demeyecek miyiz? Ben, benim şuan oturduğum semtte uzun müddet ev arayışı içindeydim; bu arayışım esnasında sıfır iki eve sahip bir denetmene rastlamıştım, bu adam müteahhittin sanırım belkide kendi yaptığı eksiklere göz yumması için o iki evi kendisine hediye etmişti kimbilir.
Bugün Ankara’da bir deprem olsa bana göre 1/3’nden fazlası depreme dayanıksız ve yıkılmaya müsait semtlerden oluşuyor. Bunun en büyük sebebi bana göre bilgili ve eğitimli İnşaat Mühendislerinin ve Mimarların bu işten uzak durmaları ve sadece parası olan insan kasabı kendini bilmeyen eğitimden yoksun müteahhitlerin inşaat sektörüne hükmetmiş olmaları.
Bana göne ne yapılmalı konusuna gelirsek bir an önce onların belgelerinin iptal edilmesi ve inşaat Mühendislerine ve Mimarlara yönelinmeli.
Günlerdir bir kader tartışması yapılmakta ne yazık ki bu kadar acının içinde. Kader diye bakarak yapılan yanlışın sorumlusunu kadermiş gibi gösterip yıkılan binaların ve altında can veren insanların vebalini kadere yükleyemeyiz. Eğer kader olmuş olsaydı: o zaman şöyle denmesi gerekirdi; yazık adam iş için gittiği deprem bölgesinde can verdi dememiz gerekiyor.
Çünkü kader diye anılına bu depremin aslında bir doğa olayı olduğunu bilmekte fayda var bence yerin altında kırılan fayların neden olduğunu bilmemiz gerekir. Bunu aylarca ve yıllarca bas-bas bağırarak gündeme getiren deprem profesörlerine rağmen halla depreme dayanıklı binaların yapılmamasına göz yumuyorsanız ve bunlara aşağılık bir biçimde ruhsatlar veriliyorsa bunun adına kader diyemeyiz. Sonrasında da sanki küçük bir morel olsun diye bu insanlara ölenleriniz şehit demenin pek mantığı yok. Yani ne ne gazi ne şehit dememizin bir anlamı yok. Hak yoluna yürümüştür bizim Niyazi ne yapsak nasıl yaftalasak demek sadece aldatmacadan ibarettir.
Burada hayatını kaybeden kardeşlerimiz bana göre şehit olarak görmek yanlış olsa gerek. Şehitlik dini ve milleti için savaşta ölenlere verilen bir unvan bence. Kısacası şu! İnsanların ölümüne neden olacak şekilde bir yıkım yaşanmış ve bu insanlar o evlerin altında insanlar can verdiyse bunun adına sadece cinayete kurban gitmek denir..