İnsan hatalıdır. Hatalıdır elbette… Çünkü eksikleri vardır, çamurdan doğmadır. Eksikleri de çamur çatlaklarıdır derinliği belli olmayan… Suya,suyuna; yani eksik olduğu her ne varsa ona hasrettir. Ulaşamazsa sıla-i rahîmine bu çatlaklar büyür ve tuzla buz olur insanın hayalleri ve kendisi. Bir daha düzeltmek için o yığını, yine eksikleri lazımdır insana. Parçaları bir arada tutmak, tuzla buz olan tozu çamur yapmak için. İnsan hatalıdır ve eksiktir. Lakin insanı insan yapan unsurlar da bu bileşenleridir. Her ne kadar formülleri karmaşık ve sonuçsuz olsa da, bir kimya hakimdir bu dünyada… Atomu parçalayan, aynı zamanda da sımsıkı bütünleştirip madde yapan, ikisini ayrı değil bir gören bir kurallar silsilesi yer eder bu kitapta.
İnsan hatasızdır. Hatasızdır belki de. Eksikleri olsa da hatasızdır insan. Onu meydana getiren, yaratan, belki de hatayı insana programlamış, olmazsa olmazı demiştir. Kim bilir belki de… Yine çatlakları vardır insanın. Vardır ama bu sefer çatlakların sebebi, içinde yatan sert meyvedir bence. Ceviz mesela imrenir bu hikayeye. İçinde taşıdığı narinliği dinlemeden, ona bakmadan öteler sert odunsu duvarlarını. Duvarlarda uzaklaştırır, yeşil korumalarını. Nazik, esnek olan yeşil korumalar, dayanamaz kırılırlar mesela. Çatlarlar üzüntülerinden, dışlanmalarından dolayı. İnsan da böyle değil midir zaten? İçi olduğu kadar çevresi de kırılgan ve narin olan… Ve yine insan değil midir, kendi içini korumayı görev sayan. Aynı zamanda da çevresini kırıp parçalayan. Serttir insan hem içine hem dışına karşı…
Hangisidir tanımlı bir insan ya da iki midir insan tanımında lisan? Ceviz ya da çamurdan olan, bekli de ikisini de içinde barındıran. Ama kart, sert olan. Yeni koparılmış cevizi yeşerten toprağın; aşığıyla birleştiği, cevize fayda olan, olduran şey midir yoksa insan? Nedir, ne değildir? Kime sahip, hakim; kime bir sahil, hekimdir insan? Necidir bu nice soruların cevabı? Nerededir bu hadisenin neticesi?
Belki de hiçbiridir insan. Ne bir yeni koparılan ceviz, ne de aşığıyla kavuşmuş bir toprak parçası – çamur- tanımlayamaz insanı. İnsan in gibidir. Çok derin, karanlık ve korkutucu… Cesaret ister o yola girmek, nefes tutup ilerlemek. Çünkü indikçe derine, yürüdükçe inine; boğulur insan kendi içinde… Yani insan bir dehliz, bir kuyu, belki de bir karınca deliğidir; ucu bucağı bulunamayan. Bulunamaz insan o delikte; çünkü deliğin sonu insanın akıbetinin laneti olur. Yuvası mahvolmuş bir karınca görüldü mü bu güne değin, görülemez zaten. Neden mi? Sadece üzerine basıp kapatılabilir(!) bir karınca deliği. Lakin o deliğin nereye gittiği asla öğrenilemez. Öğrenmeye çalışmak deliğin sonunu getirir. İşte böyledir insan…
Hepsidir aslında insan. Hem ham maddesi olan toprağı kazar, ona işkence eder; derin kuyular, bilinmez yollar açar, içine doğru. Hem de köklerinden beslediği ağaçtaki cevizi çatlatandır insan. Aynı zamanda o çatlayıp düşen cevizin; kendi başlangıcını, yani deliğin ağzını tıkayabileceğini, hesap edemeyen varlıktır insan…
Ya da yukarıdan geçen buluta bakılmalı, belki de oradadır insan veya yağan yağmurun çisiltisine kızıp, çakan şimşeklere bakılmalıdır. Ne kadar da çok benziyor değil mi bir insanın kalp atışına?..
Bulamasam da ben insanı; bulunur, bulunabilir insan. Biraz inanç, biraz düşünce, biraz da – zor bulunandan- zaman….
Mustafa SÖNER