(Okuyacağınız bu yazı; hazırlık aşamasında olan kitabımın içinden kısmî bir bölümdür. Beğeninize…)

Sevginin kokusu, güvenin kokusu, “iyi ki varsın”ın ile “hep yanımdasın”ın kokusu ve ‘seni seviyorum’un kokusu gibi kokuların hayatımızdan hiç eksik olmaması için yaşarız lâkin; her birine tam kavuştuk duygusu meyil ettiğimizde, hepsinin bir sabun gibi avcumuzun içinden kayıp gittiği gerçeğiyle baş başa kalırız.
Koku, koyun kümesinde kahkaha gibidir çünkü! Kahkahalar büyüdükçe, koyunların melemeleri de tekmelemeleri de büyür… Ve gülmek ne kadar güzelse, tezek kokusu ve atılan şifteler bir o kadar iğrençtir.
Aşkta mangalda pişirdiğin ete serptiğin kekik kokusunu duyumsamak istersin. Yeme eylemeni gerçekleştirmek için içgüdüsel bir iştah arttırıcıdır çünkü kekik. Ve ardından doyduğunu hayal et, tıka basa hem de! İşte o vakit o kekik kokusu mide bulantısı yaratır. Çelişki! Nu umdum ne buldum misali.
İklimlerin döngüsüne bakın ki; adeta kısır döngüdür, güzel bir koku üretme savaşı yapabilmek, bu uğraşı vermek için… İlkbaharın çiçeksiliğiyle başlar, yazın ferahlatıcılığıyla devam ederken yerini sonbaharın baharatlılığı alır ve kışın odunsuluğuyla döngüyü tamamlar. Biz bunlara kokunun notaları veya noktaları diyoruz. Ama mutlaka pes etmeden yeni baştan tekrar başlar.
Sevimli bir çocuktur yani, ailesi tarafından her isteği yerine getirilmiş. Adı Koku! Ama bu çocuk öyle bir hâl alır ki büyüdükçe ve büyüyünce kibirli, küstah ve şımarık olur. Oysa o aile Koku için ne hayâller kurmuş, ne emekler vermiştir. Sonuç: Hüsranlık! Kusursuzlukken hedef, kabahat çıkmıştır ortaya suçluluk duygusuyla. Yani kokuya dair her gaye; kusursuz suç işlemeyle birdir adeta… O suç işlenecektir ve hatasız yanlış yoktur.
Her şeyin başlangıcı olan erkeğin kadına duyduğu istek, esrarengizliğini ve cazibesini sarhoşlukla çekici hâle getirir. Bu istek coşturur. Heyecanı arttırır. Kadın da yitirir direncini bu heyecana karşı. Ve iki tarafın birbirine salgıladığı koku, büyüleyici bir hipnozdur. Karşı ve farklı iki itici koku birden mıknatıs gibi çeker birbirini bir bütün yani tek olma gücünün dayanılmaz arzusuyla. Kibar ve nazik başlayan cilveleşmeler karartır gözü yavaş yavaş. Gittikçe büyür bu karartı. Artık körleşen gözler; burnun hassasiyetine, hatta gücüne dönüşür. O kadar kuvvet kazanır ki bu hassasiyet, soluk alıp vermeler böğürmelere çevrilmiş bir hâl alır. İki farklı ten, kokularının karışımıyla muazzamlığa gitmek üzere boğuşurken o koku sinsice haşinleştirir tarafları. Sarhoşluğun verdiği bu bilinçsizliğin hakimiyeti nedeniyle bulunulan ortam adeta uzayda bir boşluktur. Erkek ve kadının oluşturduğu bu olağanüstü etki tüm tensel farklılıklarına rağmen artık birbirlerinin içine girmiş durumdadır. Ardından daha fazlasına ulaşmak arzusuyla kenetlenirler ve kitlenir gibi güçleri tükenene kadar sarılırlar birbirlerine kopmamacasına. Lâkin o güç yavaş yavaş tükenmez! Aniden ve birdenbire, adeta bir yolculuk yapıyorken frenin patlaması gibi boşalır. Belki de saatler süren o mücadele felç olmuşçasına bırakır kendini. Kuvvetten eser kalmaz… Kaslardaki kendini bırakmışlık kokuları yan yana düşürür en çıplak haliyle. En haz veren yerimizin en pis yer olması ne garip şey. Kokuyu güzel yapmanın tam ve net tanımı sanki: İnsanın, yüreğini kaşımasından kolaydır kıçını kaşıması.
İşte yine, güzel koku yaratma çabası fiyasko olmuştur. Rüzgârla etrafa yayılan ve değişmeyen bir yasa misali…
Doğumun mutluluğu ve neşesidir koku üretmek ve en nadideyi yaratmak savaşı! Bir bebeğin dünyaya gelişi sırasında bir babanın eşinin elini tutma heyecanıdır aşkla duyumsanan. Çocuk artık temel materyaldir, yetiştirilmek için. Üzerine işlenir; öğretilmesi, eğitilmesi yönünde. Çünkü çocuk kokudur ve en güzeli olmalıdır, bir içim su da olsa bir top et de olsa… ‘Nazarlar değmesin’ güzelliğinde de olsa, ‘düşmanımın başına vermesin’ çirkinliğinde de olsa; o minicik canlı yaşamını en muazzam biçimde taktire şayan sürdürmelidir. Kokudur çünkü o çocuk ve uçuşkan olmamalı kalıcılığını sağlamlaştırmalıdır. Ebeveyn bütün gücünü bu amaç uğruna kullanır. O karışımlar bu bileşenler, sürer gider yıllar boyunca. Güzel koku da güzel kokudur illa kitlenilmiş bir doğrultuda. “Benim evladım en iyisi olacak”tır, kafayı yedirten bir saplantıyla. Heyecan heyecanı coşturur. Coşku coşkuyu büyütür. Büyüdükçe de büyür hiç ‘of’ dedirtmeden. Bazen karışımlar birbirine girer ve berbatlaşır koku ama inat kapsamındaki kararlılık; otomobile verilen mazot gibi gaz verir en yitik durumda bile. Çocukla özleşen koku uğraşısı gözleri kamaştırarak devam eder. Hatta kimi zaman rastladığı her burnu yüz kırıştıracak kadar rahatsız ederek sürüp giden süreçtir… Hiçbir zaman sona gelemezsiniz fakat tam ‘sona geldim’ diyeceğiniz anda doğumuyla mutluluk veren o çocuk, omuzlar üzerinde toprağa verilmek üzere tabutta taşınan yok olmaya giden yaşlı bir cansız varlıktır! Bir ömür diye adlandırılan o upuzun zamanda bile fiyasko olmuştur, hayat laboratuvarında güzel koku yapmaya çalışmak. Yani doğumun mutluluğu ölümün hüznüdür bu bumerang döngü. Ancak bir hipnoz durumudur, transa geçmiş bir zihinle yine üzerine yine diye gidilen. Yatay 8 olarak da simgeleşebilir, kısır döngü gerçeği olarak. ‘Koku sanatı hayal mesleğidir’ demek gibi bir şey bu durum. Ölümsüzlük üzerine tartışırken, ertesi gün cenazeye yetişebilmek için erkenden yatmaya çalışmak çelişkisi adeta.
Sevginin en yüce işlevi; sevilen insanın, özgün ve yeri doldurulamaz birisi haline getirilmesidir! Lâkin çiftler yine de kavga eder. Aşk ve mantık gibi… Aşkın gözünde bir kurbağa elbette prens olabilir, ancak mantığın analizinde; aşığın önce o kurbağanın prens olduğunu kanıtlaması gerekir. Ki bu hareket, çok büyük tutkuların parıltısını bile söndürmeye yeter. İşte size bir koku paradoksu daha… Ağzı laf yapmak veya güzel konuşmak ama boş konuşmak ya da hiçbir şey anlatamamak!
Küçük mucizeleri kabul ettiğimiz zaman, sanki kendimizi büyük mucizeleri hayal edebilecek hakta ve yeterlilikteymişiz gibi görürüz. Ne büyük bir yanılgı! Çünkü bir istiridyenin içinden parlak ve lezzetli bir canlının çıkabileceğini yalancıktan bile olsa kabul ettiğimiz an, aynı kabuktan Afrodit’in geleceğini de kabul etmişiz gibi kocaman olan o yanılgıya koşarak düşeriz.
Adımızı bildiğimiz kadar net ve keskin olsa da imkânsızlığın gerçekliği, değer biçilemeyecek o kokuyu yapmaya gösterdiğimiz çabaya, gayrete, artık her neyse o içgüdümüze; uçurumun kenarındaki dalmış gibi tutunuruz. Kasırga da kopacak olsa vaz geçmeyiz, geçemeyiz.
Suda yüzen çiçektir melin… Ve ona bir şiir yazarsın! İlk karışımların yeni versiyonuyla yeniden güzel ve benzersiz bir koku oluşturabilmek için. Modern, serin, romantik, hafif kibar başlarsın. Can sıkıcı, korkutucu, kâbus gibi sonlanacağı gerçeğini bilinçli olarak göz ardı edip bırakırsın kendini o muamma çabanın göbeğine.
Bir uzatsan elini…
Yüreğimi koyacağım avucuna…
Ama…
Korku kol geziyor…
Anlamaya çalıştığım o kalpte…
Bir uzatsan elini…
Ilık bir güven sızacak kanına…
Fakat…
Bir çocuğun tedirginliği bürülü…
Benimsemeye çalıştığım o tende…
Şimdi…
İstediklerin senden isteniliyor varsay…
Şans tanı…
İmkân ver…
Uzat elini…
Yoksa…
Keşkelere gebe kalınmak üzere…
Acabalar ergenliğe ulaşacak…
Tühlerin yetişkinliği var sırada…
Eyvahların yaşlılığı çekilmez inan…
Ölecek olansa…
Ne sen…
Ne ben…
Ne biz…
Istıraplar içinde…
Yine sevgi ölecek tek başına…
Uzat şu elini hadi…
Kıyma bu defa…
Yaşaması senin elinde…
Hayat ver… Sevgiye…