Evimiz, bir çocuk parkına bakıyordu. Pencereden dışarı baktım. Karşıdaki bankta yaşlı bir çift oturuyordu. Yaşlı kadının eli, kendi bacağının üstünde duruyordu. Adamın eli de karısının elinin üzerinde duruyordu. O eller sanki aralarındaki sevgi bağını temsil ediyordu. Sevgi dediğimiz şey bu kadar basitti aslında. Birini sadece seversin. Onun seni sevmesi, anlaması önemli değildi, zira sevgi karşılık beklemez, anlaşılmayı beklemez. Sevgi dediğimiz şey kalpten gelir. Bazen neden sevdiğini açıklayamazsın bile. Ama bu sevginin her şeyi tolere edebileceği anlamına gelmez, zira insan yorulur. Bazen anlaşılmadığından yorulur, bazen alttan almaktan yorulur, bazen sevgisizlikten yorulur. Yaşlı adam, karısının gözlerinin içine baka baka heyecanla bir şeyler anlatmaya başladı. Muhtemelen gençliğinden bahsediyordu. Çünkü bir yerde okumuştum insan yaşlandıkça kafasındaki yeni anılar silinirmiş. Yaşlandıkça geçmişi daha net hatırlarmışız. Yaşlılar bu yüzden sürekli eskilerden bahsedermiş. Adam anlatıyor, kadın gülüyordu. Muhtemelen adamın anlattıkları komik değildi. Kadın, sevdiği için gülüyordu, zira kadınlar yalnızca sevdiği erkeğe gülerdi. Adam, arada sırada gözlerini çekiyor, uzaklara dalıyordu. O an kadının da gözleri doluyordu. Her duyguyu içtenlikle yaşıyorlardı. Hani bir günde dört mevsimi yaşamak derler ya. Onlar da öyle bir sevinip bir üzülüyorlardı. Bu kadar güzel gülmelerinin sebebi belki de derinlerde hissettikleri acıydı. Onları böyle güzel görünce “Acaba” dedim kendi kendime. “Bundan elli yıl sonra nerede ve kiminle olmak isterdim?” İlginç bir soru aslında. Daha bundan bir saniye sonrası bile garanti değilken ben elli yıl sonrasını düşünmüştüm. Gençliğimin en güzel zamanlarında yaşlılığımı hayal etmiştim. Kadın, ayağa kalktı. Adam da peşinden ayaklandı. Boş olan salıncağa oturdu kadın. Adam da onu sallamaya başladı. Ruhlarındaki o küçük çocuk ölmemişti. Belki de hiç ölmeyecekti. Adam salıncağı hızlandırıyordu. Kadın kollarını açmış, gözlerini kapatmıştı. Kafası gökyüzüne doğru bakıyordu. Gözlerini bir açsa onları hayranlıkla izleyen beni görecekti, ama açmadı. O, kendi hayal dünyasında mutluydu. Mutluluk bu kadar kolaydı işte. Kimin ne düşündüğünü umursamadan içinden geldiği gibi davranmakta gizliydi. Bazen büyümemekti mutluluk. Bazen de yaşlanmaktı. Bazen bir simidi, bazen de bir ömrü paylaşmaktı. Bazen bir çocuğun gülümsemesinde, bazen de bir ihtiyarın ellerindeydi. O güne kadar hiç nasıl yaşlanmak istediğimi düşünmemiştim. İlk defa o gün yaşlandığımı hayal ettim. Nasıl birini istediğimi düşledim. Gençliğimi sorguladım. Kadın, yavaşça salıncaktan indi. Kocasının ellerinden tuttu. Usul usul yürüdüler. Bu sefer hiç konuşmadılar. O an şöyle düşündüm: “Doğru insan sadece konuşabildiğin insan değildir. Yeri geldiğinde birlikte susabildiğin insandır doğru insan.” Gözden kaybolana kadar izledim onları. Sonra da boşluğa bakar gibi gökyüzüne baktım.