Dükkanın önüne geldiğimde şaşırmıştım. Hep ilk ben açardım burayı, hem de her sabah bu saatte. Bu sabahın ayrıcalığı neydi?Hasan Usta erken gelmeyi hiç sevmezdi dükkana, geç gelip erken gitmek en sevdiği şeydi muhtemelen ama ustasından başka kim açabilirdi ki? Benim dışında burada bir de Necdet vardı fakat onun da mesaisi öğlen başlıyordu Öldürseniz Necdet’i sabahın altısında bulamadınız zaten. Zorla çalışıyordu burada. Okulu sevmiyordu ama sanayide çalışmak da hoşuna çok gitmiyordu o yüzden Ahmet Usta’yla anlaşmıştı. Haftanın yedi günü de olacaktı ama sadece öğleden sonraları. Benimse tatilim yoktu. Ben seviyordum burayı, benim sanatçı gibi hissetmeme neden oluyordu. Zanaat dese de insanlar benim için sanattı. Sonuçta bir yaratıcılık vardı. Var olanı da yapsan bir şeyler yapman mühimdi onu bile yapamayanlar vardı. Boş gelip boş gidenler..
“Mehmet, sen mi geldin?”
“Benim ustaa.”
Depodan sesleniyordu, malları mı kontrol ediyordu acaba? Gece bir vukuat mı olmuştu da o yüzden mi buradaydı. Gelince anlardım sonuçta. Ustam gelmeden sobanın içindeki ateşi harlayıp, henüz kaynamamış ama sıcak olan suyu bardağa doldurdum. Biliyordum çayı olmasa azarlardı, çayaçok bağlıydı ama şimdi bitki çayı içmek zorundaydı. Çayı demlemek, oturmasını beklemek hayli vakit alırdı.
Ben suyun içine adaçayını atar atmaz zaten geldi usta. Düşünceler içindeydi. Her zaman gördüğüm Hasan Usta değildi bu. En son bu halini eşinin cenazesinde görmüştüm. Kötüden de kötüydü yani.
Ağlamış mıydı bilmiyorum ama gözleri şişti. O ağlamazdı, Hasan Usta’ydı sonuçta. Sanayinin en sert ustası. Muhtemelen dün bir vukuat olmuştu o yüzden uyumamıştı, bu gözlerindeki şişliği açıklardı. Uykuyu seven bir adam bir saat eksik uyusa da aynı şekilde şişerdi gözleri. Emindim. Ben onu incelerken o çoktan elimdeki bardağı almış ve bir şey demeden içindekini içmeye başlamıştı. “Çay yok mu? “bile demeden hem de? Çok garipti. Hiç ustamlık hareketler değildi bunlar.
“ Günaydın usta. Bugün erkencisin. Bir sorun yoktur, inşallah? “
“ Yok Mehmet, evde durmak istemedim. Dükkanda çalışayım kafamı dağıtayım dedim. “
“ Kafanda ne var ki usta? Gerçekten bir sorun yok değil mi?”
“Yok Mehmet yok.”
Cümlesinin bitmesiyle bir iç çekiş, yok kesin bir şeyler vardı. 6 senedir yanındaydım. Artık ustanın nefes alma hızından bile kızıp kızmadığın anlayabiliyordum.
“Var ama anlatılacak şeyler değil mi usta?”
Kafa salladı. Anlatmak istediği belliydi. Bu soruma homurdanması ve bağırıp çağırması lazımdı çünkü, gevezelik edeceğime çalışmam gerektiğine dair.
“Anlat usta. Ben zaten kalın kafalı değil miyim? Bir kaynak işini bile 10 kere de öğrendim. Muhtemelen anlatacaklarını anlamam bile. Ha boş duvara anlatmışsın ha bana. Anlat da rahatla usta.”
“Anlatıp da rahatlamam mümkün değil ki artık..”
“Nasıl usta?”
“Vakit çok geç.”
“Ne için?”
“Her şey için.”
Bardağını kafasına dikti sonra konuşmak için ağzını açacaktı ki durdu. Uzunca bir süre duvarı izledi. Belli ki kelimeler düğümleniyordu, ne kadar isterse istesin devamı gelmiyordu, getiremiyordu. Dün gece gerçekten ne olmuştu da ustası birden bu hale gelmişti?
“Çok kötü bir eşmişim.”
“Nasıl?”
“Nergis beni hiç hak etmemiş.”
“Neden böyle düşünüyorsun ki usta? Dün gece rüyanda falan mı gördün?”
“Öldüğünden beridir hiç girmemişti rüyalarıma, anlamalıydım. Onun bana dargın, kırgın olduğunu anlamalıydım.”
“Usta anlayamıyorum, neden dargın olsun ki?”
Eliyle yüzünü sıvazladı ve artık daha açık bir şekilde anlatmaya başladı.
“Severek evlendik biz, babası istemedi gerçi beni. Memur bir damat istedi, düzenli geliri olsun kızını da zora sokmasın diye. Nergis dinlemedi ama kaçtı bana. Babası birkaç yıl küs kaldı bize, hiç laf etmedi ama Nergis. Senin yüzünden demedi, bensana kaçtım sonuçta, beni zorla götürmedin derdi hep.
Çocuk da istiyorduk ama o da olmadı, gittik kontrole. Sorun bendeymiş. Nergis benim yüzümden anne olamadı, o kadar çok istemesine rağmen ona da bir laf etmedi. Hep içine atardı, üzüntülerini yansıtmazdı bana. O yüzden o kanser illeti buldu ya onu. Biraz belli etse duygularını ah bir belli etse, içine ata ata üzüntülerini büyüttü, yakalandı kansere. Benim için böyle olmuştu yani. Anne olamadığı için yaşadığı üzüntü tetiklemişti kanseri. Böyle değilmiş Mehmet, her şey çok farklıymış. Dün geceye kadar ben de bilmiyordum. Artık bilsem de bilmesem de bir,elimden gelen şey sadece pişmanlık duymak..”
“ Dün gece ne oldu usta? Neyi öğrendin? “
“ Nergis’i hiç tanıyamamışım. Kaç senelik hayat arkadaşımı hiç tanıyamamışım.”
Sesi titrer gibi oldu, derin nefes aldı ve yeniden başladı konuşmaya, bendeki merak da artmıştı. Nergis Yenge ne saklayabilirdi ki? Dünyanın en tatlı kadınıydı, güler yüzlü, sessiz ve sakin. Her şeyi becerirdi. Ustam tam kendine uygun biriyle evliydi.
“ Dün erken çıkmıştım ya, eve alıcılar gelmişti. Satıp kurtulmak istiyordum ordan,haliyle. Neyse işte evi de beğendiler, daha uyguna bir yer bulamayacaklarsa benimkini almak üzere sözleştiler. Ben de dün gece tapuyu arıyordum. Çünkü bu civarlarda bu fiyata müstakil ev bulmak zor. Garantiydi yani almaları. Her yere baktım, bulamadım. Nergis, böyle şeyleri iyi sakladı, benden bile iyiydi. Birkaç saatim tapuyu aramakla geçti ama sonuç hüsran bulamadım onun yerine Nergis’in hatıralarını buldum. Bir sürü defter buldum. Bir düzine varlardı. Sabaha kadar okudum onları. “
“ Nergis Yenge yazar mıydı ki usta? “
“ Öyleymiş Mehmet, ben de dün gece öğrendim. Neler yazmış neler, her şeyi. İçine attığı her şeyi farklı şekillerde yazmış. Hikayeleştirmiş hepsini ama sadece o da değil. Şiir bile yazıyormuş benim hanım.”
“Gençken yazmadığına emin misin usta? Seninle evlendikten sonra bırakmıştır belki yazmayı, arada okumayı seviyordur yazdıklarını?”
“Yo yoo, evliyken yazdı, eminim. Çoğu gece ben uyurdum o salonda bir şeyler yapardı. Ben örgüdür, danteldir öyle şeyler diye düşünüyordum. Meğerse hanım bana anlatamadıklarını anlatıyormuş. Ben de hiç merak etmedim, biliyor musun? Hiç yataktan kalkıp da Nergis ne yapıyorsun demedim ya da kahvaltıda sormadım. “
“Bu onu sevmediğin anlamına gelmez ki usta. Ben biliyorum seni, sürprizler yapardın yengeye.”
“Evet, sürekli yapardım. Kurban olduğum çok da sevinirdi. Alt tarafı birkaç gül, sanki dünyayı ayaklarının altına sererdim.”
Eşinden bahsedince burukça gülümsemişti. Son kez konuşmaya başlıyordu. Konuşmanın gidişatından bunu anlamıştım.
“Ne yaparsam, ne edeyim Mehmet, o merak edilmek isteniyordu. Ne yaptığını sormamı , yazdıklarını okumamı istiyordu. Bunu benim yapmamı, benim fark etmemi istiyordu. Ben de benden tek isteğini yapmadım işte, kendi dertlerimle ki hiçbiri dert değildi, gündelik sorunlarımdı, onlarlameşguldüm. Karımı ihmal ettim, bu ihmal öyle bir ihmal ki yıllarca beraber hayatını paylaştığın insanın onu fark edeceğin günün gelmesini beklemesi ve beklentisinin yavaşça bir kanser hücresine dönüşmesine ben sebep oldum. Kendi ellerimle. Uyku daha önemliydi, işler, ona alacağım güller, ona alacağım kıyafetler ama o hiç o kadar önemli değildi. Ben onun maddiyatla güleceğini düşündüm. Hep öyle davrandım ve sonunda elimde maddiyattan başla bir şey kalmadı. Sen böyle olma Mehmet. İyi tanı, herkesi. Kimseyle yüzeysel ilgilenme özellikle de benim gibi eşinle. “
Ustam son sözlerini yere bakarak söyledi, bense susuyordum. O da sustu. Konuşmadı uzunca bir süre. Ben duyduklarım etkisindeyken o kalktı ayağa sırtımı sıvazladı ve sonra gitti yanımdan. Bunu beklememiştim, ustanın bu kadar düşüncesiz olabileceğini de yengenin yazdıklarını hiç göstermemesini de. Nasıl okutmazdı ki yazdıklarını? Bir fikir almak için bile? Nasıl dayanabilmişti o kadar? Nasıl belli etmemişti bir şeyler yazdıklarını?
Gerçi her şey belliydi. Usta dediği gibi onu tanımakla ilgilenmemiş, tanımış olduğu tarafıyla ilgilenmişti. Yüzeysel davranmıştı, herkesin bir iç dünyası vardı. Onu çözmek de başka bir insana kalıyordu. Özellikle de en yakınlarına. Nergis Yengenin en yakınıydı ustamdı ve o yaşarken asla tanınmamıştı. Kimse de tanıyamazdı. Üzücüydü yaşarken aslında yaşamamış olmak. Daha üzücü olansa asıl tanındığın, herkesin daha doğrusu en çok istediğin kişinin seni tanıdığı anı görememendi.
Tozlu Lotus