Bir gizemin mütemâdiyen gönüllere yerleşmesiyle başlardı hayat dediğimiz hikâyeler. Ne varlığı sorgulardık ne de kaybolan umutları. Ne soru sorardık ne de sorduğumuz soruların cevaplarını bulabilirdik. Bir hazanın kara deliğinden çıkmak için mücadeleyi unutan yıldızlar gibi, beklemekten başka bir şey yapmıyorduk. Beklemekle biten hayatın gizemi, anlamsız bir ömrün verdiği çaresizlik… Peki neydi bu hayatın gizemi?
İnsanlar bu gizemi unutadursun, aylar yılları kovalayadursun, hayatın gizemini anlamak için hazandan kışı bekleyen bir bahar olsun. Sözüm ona, kış da hikayesini anlatadursun.
“Benim adım Ocak! Aralık ve Şubat’ın kardeşiyim. Bakmayın öyle soğuk göründüğümüze, biraz hüzünlüyüz. Susmak isteyene sebebini sormak yakışı kalmaz derler. Biz susmak isteyince sormadılar. Birikti içimizdeki uzaklık. Biz de hüznümüzü gizlemek için hep sustuk. Sustukça hayatın gizemi birikti, hüznümüz soğukluğa dönüşmeye başladı. Sonradan anladık ki susmak iyidir ama bazen anlaşılmak için konuşmak gerekir. Bugüne kadar hep insanlar konuştu biz dinledik. Şimdi de biz konuşacağız onlar dinleyecek. Biz sustukça insanlar anlamını unuttu. Belki de hatırlatmanın vaktidir.
Günlerimden bir gün esti deli rüzgar, savruldu yapraklar. Arkama baksam Aralık ile olan bir veda, önüme baksam üşüyen ayakların haykırışına dayanamayan Şubat. Biliyorum bizi bekleyen bir Bahar var. Anlayacağınız Eylül’den değildi hüznümüz, bir deli hazan geçti üzerimizden kalanlar yine kışlara anlattı derdini. Üşüse de hayaller, bir Bahar’a gizlediler ümitlerini. Bir Bahar vardı beklenen. Gelmeye gelirdi de bazen önümüzde bir yaprak ağlarken hüznümüz öfkeye dönüşüyor. Dondurucu soğuklar çok çetin oluyor, gözyaşları kalbimizde donuyo, yumuşaması da epey zaman alıyordu. Ben Ocak, Aralık ve Şubat’ın kardeşi, savrulan yaprağın sebebiyim. Zalimlere öfkelenip mazlumların da canını yakabilen bir ayım. Herkes doğru bildiğini yapar ve ben zulme sessiz kalmamak için doğru bildiğimi yaptım. Karda kalmış üşüyen minik ayaklar kırılmasın bana. Parklarda sabahlayan ufaklıklar nefret etmesin benden. Evinden atılmış, gidecek yeri olmayan kimsesizlerin gönlü kırılmasın. Benim öfkem zalimlere. Benim soğukluğum, sizin halinizi görünce yumuşamayan kasvetli sinelere. Siz de bilirsiniz ki çaresizlik, soğuk caddelerde bile uyutur. Benim çaresizliğim elimde olmadan öfkeme sebep oluyor. Öfkem soğuklaştırıyor. Oysa tutsalar ellerden muhabbetin sıcaklığı ile öyle sevinirim ki… Mutlu olurum ve samimiyetin sıcaklığı içimi ısıtır. Ben Ocak! Beni öfkem ile bırakmayın. Yetimin, kimsesizin bir derdi de ben olmayayım. Kara kömürler ile yazılan ömürlere bir dert de ben olmayayım.”
Ocak ağlayarak derdini anlatırken Mart söze girdi. Ağlama Ocak kardeşim. Ben Kapılardan baktıran baharın muştusuyum. Sen elinde olmadan öfkelenirken suçlu değilsin. Senin görevin soğuk olmak. Seni öfkelendirenler utansın. Zalimin zulmünü seyredenler utansın. Dünyanın dört bir yanında mazlumlar gözyaşı dökerken seyredenler, zulmü alkışlayanlar utansın. Sen çaresizliğinden öfkelenirken ben sana güzel haberlerle gelirim. Ben Mart! Baharın habercisi. Sabırların incisi. Umutların gözdesi…
Tohumlar toprağa atılır, soğuklar yerini yaza bırakır. Mevsimler unutulur, güzler yaşanmamış gibi olur. Bir tohumun hikayesi başlanmamışçasına son bulur. Benim halim, güzden sonra kendini unutanlara ibrettir. Yaz gelsin diye beklerler, sen çok oldun artık git derler. Giderim, beni özlerler. Benim adım yazın güneşi. Mevsimlerin kavurucu ateşi. Aşkların çöldeki hali.
Sonbahar girdiğinde sarardı yapraklar, vedalarla kaldı umutlar. Kış geldi üşüttü kalpleri, üşüttü sineleri. Sabır çekti minicik eller, umut etti koca yürekler. Bahar geldi, yeşerdi filizler. Gerçekleşti hayaller. Ben Yaz! Unutulsam da buradayım. Bahar gelince bana git deseler de buradayım. Anlayan olmasa da ben gittikten sonra üşür yürekler. Buza döner gözlerdeki ümitler. Ben Yaz! Bilinmeyen beklenen son. Dem bu demdir unutmayın bizi!