ÖLÜMLE YAŞAM ARASINDA

Hayat hiçbir zaman düz bir çizgide ilerlemiyor. Zaten düz bir çizgide ilerleyince de insan çizgisinden kayabiliyor. İnişler ve çıkışlar doğanın kanunu gibi. Bunlarla çok sürtüşmemekte fayda var. Fakat insanız işte bunu yapmak bazen zor olabiliyor. Bir gün fırtınalı, rüzgarlı olan hava ertesi gün güneş açabiliyor. İnsan da böyle işte. Bu dalgalanma insanın doğasında var. Bu hem insanı yaşatan, hem de tüketen bir şey. Çok ilginç.
İnsan bazen çocukluğunu özlüyor. Çocukluğunun çok güzel geçmesinden kaynaklı değil, şu anından bunaldığı için bir çıkış yolu aramasından kaynaklı bu özlem. Aslında özlemde denemez buna. Bir nevi bir yanılsama. Duygularda bazen bir yanılsama görevi görebilir. Bazen dalgalı, sıkıntılı olan deniz gün gelir durgun bir suya dönüşür. Ama deniz hep aynı deniz. Bir gün dibe vurup bir gün tavan yapar psikolojimiz. Bu gayet normal aslında. Hayatın iyi veya kötü şeyler getirmek gibi bir görevi yoktur. Hayat bir karmaşadır, bütündür. Hepsini barındırır içinde. Bunu kabullenmek gerek. Çocukken büyük adam olacağımı hayal ederdim. Çok başarılı olacağımı düşünürdüm. Şuan baktığımda başarılıyım ve iyi biriyim. Ama kafamdaki çıta çok yüksekte. Her şey tam olsa bile bir kusur bulacağımı düşünüyorum bazen. İnsanın hep bir yanı eksik kalıyor. Bu eksik kalan taraf ne diye düşünüyorum bazen. Cevabı yok. Varsa da ben bulamadım. Hayat koskoca bir karmaşa. Bu karmaşanın içinde tutunabilmek, kendini yaşayabilmek ise hayatın kendisi. İnsanı zorlayan şey de bu sanıyorum ki. Zor, çok zor. İnsan bu zoru yaşamaya çalışmalı ve alışmalı. Kendisine dışarıdan bakmalı. Kendini kabul etmeli.
İnsan çok muhtaç bir varlık. Aciz ama güçlü. Ölümle yaşam arasında bir çizgi gibi. Marifet ise bu çizgi üzerinde yürüyebilmekte. Yürüyeceğiz, yürümeliyiz. Kaleme aldığım düşüncelerim, size biraz kopuk, karışık gelebilir. Tıpkı insan gibi, hayat gibi…