Loading

                                                              

       Yukarıdaki formüle bakıp şaşırmayın. Konumuz kimya değil. Yukarıdaki formül ismini çok duyduğumuz karbondioksitin kısaltılmışı.

      Karbondioksit ve türevi karbon monoksit yanma sonucu ortaya çıkar, atmosferde yoğünlaşarak küresel ısınmaya sebep olurlar.Ayrıca büyük baş hayvanlarda atmosfere ozon tabakasına çok zarar veren metan gazı salarlar. Her bir sığır günde yaklaşık 900 litre gaz salar. Karbon nereden çıktı derseniz çimentodan diyeceğim. Çimentoyu aklıma düşüren ise Avrupalı firmaların ülkemizdeki çimento firmalarını satın   aldıktan sonra üretimlerini artırdıkları yetmezmiş gibi, ülkemizde yeni yatırımlar peşinde olmaları.

       Çevrecilikte önderliği kimseye bırakmayan AB kökenli firmalar ne hikmetse ülkemizde kurmak istedikleri bu fabrikaları, Karacabey, Yenişehir ve Bilecik gibi tarımsal bölgelere kurma arzusundalar. Bu ürünün büyük pazarı Rusya’da da yeni yeni çimento fabrikaları kuruluyor. Batı kökenli bu şirketlerin  amaçları, global ısınmayla çölleşecek İç Anadolu ve Doğu Anadolu’dan Batı’ya olacak yoğun göç sonrası, bu nüfus için dağ taş demeden yapılacak inşaatlar.

       Avrupa kirletici sektörlerini sırasıyla çevre ülkelere attı. Önce lastik sektörü, kablo sektörü, ardından boyahaneler ve şimdi de çimento, beyaz eşya, tersaneler…  Almanya ve Avusturya yıllar önce Ren Nehri’ni Tuna Nehri’ne bir kanalla bağladılar. Tüm atıklarını bu nehir vasıtasıyla Karadeniz’e gönderiyor. Karadeniz’de balıklar hızla azalıyor. Sanayileşme uğruna sırasıyla İzmir, İzmit, Gemlik körfezleri kirletildi. Önce balıklar öldü, deniz kirlilikten girilmez hale geldi. Ardından Trakya Ovası elimizden çıktı. Yer altı suları çekildi. Ergene zehir akıyor. Bursa’mızda da en verimli tarım arazilerimiz olan Kestel, Gürsu, Barakfaki, Çalı ovalarına fabrikalar kuruldu. Tarım arazileri katledildi. Oysa yanı başımızda Mustafa Kemal Paşa’daki Organize Sanayi Bölgesi ise boş.

          Ege bölgesindeki nehirlerde de durum aynı. Gediz ve Büyük Menderes nehirleri zehirli atık kanalına dönüp kurumaya başladılar. Ancak milyar dolarlık harcamalarla körfezler kısmen de olsa temizlenebildi. Gazeteler Türkiye’deki ‘çevre temizleme ve arıtma Pazarı’nın büyüklüğünün 100 ile 300 milyar dolar olduğunu yazıyor. Almanya’da 1,5-2 milyon işçinin çalıştığı çevre sektöründe yüzlerce, binlerce firma Türkiye pazarına girmeyi bekliyor. AB’nin çevre tüzüklerini, AB’ye alınmayacak olan Türkiye’ye kabul ettiriyorlar. Ne de olsa pazarı genişletmek lazım.

       Konumuza geri dönersek çimento sektöründe üretim fazlamız var. Üretimde yakıt dışında kilo başına 800 gr karbon gazı havaya salınıyor. Bu büyük bir oran.

       İmzalamak üzere olduğumuz ve global ısınmayı durdurmak için hazırlanan Kyoto Protokolü’nün amacı ülkelerin atmosfere saldığı karbon gazlarını azaltmak. Artık ülkelerin belirli bir kotası olacak. Şu anda atmosfere en fazla karbon salan ülkeler arasındayız. Bu konuda lider ABD. Sonrasında Çin, Japonya, AB ülkeleri, Rusya ve Hindistan geliyor. Türkiye bu konuda ilk ona girmek üzere. Bu protokole göre atmosfere daha az gaz salanlara ayrıca para verilecek. Ülkemizde yapılacak her çimento fabrikası maalesef sadece tarım arazilerini toza bulamakla kalmayacak. Aynı zamanda Türkiye’nin gaz kontenjanını da dolduracak. Tabi ki bu diğer kirletici sektörler için de geçerli.

        Atmosfere en fazla karbon gazı, termik santrallerinin baca gazlarından salınmaktadır. Doğal gazdan salınan azot oksitler de ileriki dönemlerde problem oluşturacaktır. Ama şu anda sadece karbon gazları gündemde.

        Dünyanın doğal dengesini bozan diğer bir unsur da Amerikan usulü beslenme kültürünün yaygınlaşması. Etçil beslenme alışkanlığının yaygınlaşması, hayvanların saldığı metan gazlarının artmasını, aşırı otlanma yüzünden erozyonun oluşumunu ve çölleşmenin hızlanmasını beraberinde getirir. Tarım alanlarının otlağa dönüşmesi dünyadaki besin düzenini de bozuyor. Unutmamalı ki bir sığırı besleyecek yemin yetiştiği bir arazide 10 kişilik bir aile besin ihtiyacını rahatça karşılayabilir.

       Global ısınmayla Dünya’nın ısısı 0,8 derece arttı. İç Anadolu’da ise ısınmanın artışı 2 derece. On yıl içinde Tuz Gölü kuruyacak. Şu anda yarı yarıya küçüldü bile. Akşehir,Eber göllerinin kuruması bile çok küçük bir haber oldu gazetelerde.Otsa yer yerinden oynamalıydı.Göle yoğurt yapmak için maya çalan Nasreddin Hoca bile bu göl kurur mu? Yoksa senin yoğurt mayası diye sorulsa hiç düşünmeden:

-Bre gafil koca göl hiç kurur mu? diye cevap verirdi.

 Önce Kaçkar Dağı’nın binlerce yıllık buzulları eridi, ardından da Cilo, Ağrı Dağı buzulları ve Van Gölü’nü besleyen buzullar eriyor. Ülkemize düşen görev acilen su planlaması yapıp, sulamada damlama yöntemine geçmek ve toprağı ve suyu kirleten sanayi dallarına kısıtlama getirmektir. Ülke olarak temiz, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeliyiz. Rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, hidroelektrik santralleri ön plana çıkarılmalıdır.

       Global çevrelerin baskısıyla ve rahmetli Özal’ın ısrarıyla bağlandığımız doğal gazla, enerjide dışa bağımlılığımız yüzde seksenleri buldu. Bu yıl 50 milyar dolar(yani dış ticaret açığımız kadar) petrole ve doğal gaza para ödeyeceğiz. Ortaklık güzel… Gaz Ruslardan, makine ve ekipmanlar ABD (payı daha büyük) ve AB ülkelerinden… Hidroelektrik santrallerinden kilovatı iki-üç sente elektrik alınırken, doğal gazdan elektrik üreten bu şirketlere ödenen para on-onbeş sent. Bu yüzden dünyanın en pahalı benzin ve mazotundan sonra en pahalı elektriği de bizde. Daha yolun başındayken “milli enerji politikası” oluşturalım, dışa bağımlı olmayalım diyerek muhalefet eden, globalci, millici eski solculara rahmetli Özal iyi ki kulak vermemiş. Eğer onlara kulak verseydi, bu kadar dış borcumuz olmaz, ABD ve AB’ye bu kadar bağımlı olmazdık.

       Ülkemizin enerjide dışa bağımlılığının sürmesini isteyen ve doğal olarak mali bağımsızlığımızın olmasını istemeyen dış çevreler içeride de Sivil Toplum Kuruluşları ile kol kola “hayır” kampanyaları düzenliyorlar.

       Her şeye hayır kampanyalarına dur demeliyiz. Altın madenlerine hayır kampanyaları, hidroelektrik santrallerine ve nükleer santrale hayır kampanyalarına dönüştü. Oysaki konular belirli kriterlere göre tartışılmalıdır. Bilinmelidir ki kahvehane sohbetlerine dönen tartışmaların hiçbir faydası yoktur. Unutmayalım her akan suya ya da suyun aktığı her noktaya hidroelektrik santralleri kurulamaz.Her tepeyede rüzgar santrali kurulamaz.

       Bugün Almanya, Fransa, Kanada gibi birçok ülke elektriğini nükleer santrallerden elde ediyor. Ve Çin artan enerji ihtiyacı için 100 adet nükleer santral kurmayı planlıyor. Şu anda 10 tanesinin yapımını başlattı. Çünkü nükleer santraller atmosfere ısıyı arttıran karbon gazları salmıyorlar. Ayrıca azot oksit de salmıyorlar.

       Global ısınmanın bitkilere olumsuz etkisi gözle görülür bir hale geldi. Artık gazetelerde on-on bir kiloluk mantarların bulunduğu yazıyor. Buğday ambarı olan Konya Ovası susuz. Bir an önce kuraklığa dayalı tohum yetiştirmeliyiz. Özal devrinde kapanan Tohumculuk Enstitüleri hemen açılmalı. Bu alanda yüzde yüz dışa bağımlıyız.

       Global ısınmayla değişen iklim yüzünden hayvan türleri de olumsuz etkileniyor. ABD de arılar toplu halde ölmeye başladı. Oysaki kuş, arı ve diğer polen taşıyan hayvanlar. Çiçekli bitkilerin büyük bölümünün ürün vermesi için son derece önemli bir yere sahip.

       Yıllar boyu turizmle kalkınacağız diye Avrupa’nın avam tabakasının tatil yöresi olduk. Gereksiz yere güzelim doğamızı mahvettik. Her yere çektiğimiz yüksek gerilim hatlarıyla ormanlarımızı yaktık. Sanayiye aktaracağımız parayı toprağa gömdük. Netice; para harcayan Avrupalı orta tabaka ülkemize gelmiyor, 5 YTL ye Türkiye’de tatil kampanyaları açılıyor. Kıyılarımız da dört-beş yıldızlı otel ve tatil köyü yapımına son vermeliyiz. Bırakın birkaç koyumuz bakir kalsın.

       Şimdi moda golf turizmi. Küçük bir golf tesisinin harcadığı su miktarının 30-40 bin nüfuslu bir şehrin su ihtiyacına eşit olduğunu biliyor musunuz? Kirletici sanayisini Türkiye’ye gönderen Avrupa şimdi de aşırı su tüketen golf turizmini Türkiye’ye yönlendiriyor. Bilmeliyiz ki Dünya yok olmayacak… Dünya’daki canlılar yani bizler yok olacağız… Şunu unutmayalım; çocuklarımıza bırakacağımız en önemli miras açlığın olmadığı ve yaşanabilir bir Dünya olmalı…

                                                                   EKREM HAYRİ  PEKER

                                                        KİMYA MÜHENDİSİ

Reklamlar

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: