İnsanın kendi değişimini görmesi gerçekten ilginç bir şey. Bir yanın hep aynı sen, bir yanın ise sanki
senin elini bırakıp ve seni çağıran diğer sen. Aslında tam anlatamadım bunu. Keşke şuan zihnimde
gördüğümü görebilseydiniz çok daha kolay olurdu benim için. Tekrar deniyorum. Bir yol düşünelim,
uzunca bir yol , nereye gider belirsiz ve o yolun başında duran küçük bir çocuk hayal edelim. O çocuk
biziz. Yürümeye başlıyoruz. Nereden geldiğimizi bilmeden. Arkamıza bakıyoruz gördüğümüz ise uçsuz
bucaksız sonu belli olmayan bir yol. Ama bir şeyler biliyoruz, daha doğrusu hissediyoruz. Bu
hissettiklerimiz bize o yolu yürüme isteği uyandırıyor. Başlıyoruz o yolu yürümeye tek başımıza.
Kilometreler geçiyor. Artık bir gölgemiz var. Yürümeye devam ediyoruz. Ama bakıyoruz ki o gölgemiz
bizden büyük. Uzunca, daha irice bir şey. Yürüdükçe o gölge büyüyor. Ama biz hep aynıyız. Kilometreler
geçiyor. Bakıyoruz dönüp gölgemize. Artık gölge değil. Gözleri var, eli, bacağı var. Üstelik bize de
benziyor. Bakıyoruz bu kim diye. Ve cevap veriyor bize ‘’ben senim’’. Ardından yürümeye başlıyor.
Birkaç adımdan sonra dönüp bize bakıp eliyle işaret yaparak bizi çağırıyor. İşte o kişi biziz, aynı zamanda
diğer çocukta biziz. O çocuk baştan beri olan biz, diğeri ise bizim oluşturduğumuz biz. Yani kişiliğimiz.
Ve o kişi kendiliğinden gelmiyor oraya. Bizim eserimiz. Şimdi ise dışarıdan bir gözle bakalım. O kişi nasıl
gözüküyor peki. Zayıf, şişman, öfkeli, şevkatli, kırgın, anlayışlı, güçlü, güçsüz her neyse. Peki nasıl
davranıyor o küçük çocuğa bir bakın. O can bulmuş gölgenin çocuğa davranışı, bizim kendimize
davranışımızın metaforudur. O can bulmuş gölge bizim yıllarca süre gelerek oluşturduğumuz kişiliğimiz,
karakterimiz, diğeri ise baştan beri aynı kalan ve hep aynı kalacak diğer yanımız.
Ali Fuat AYAZ