“Senin değilse alma
Doğru değilse yapma
Gerçek değilse söyleme
Bilmiyorsan sus…”
Evet, işte bu satırlardaki kadar basittir yaşama ayak uydurmak. Aslında hayatı kendimize zehir edip onu olduğundan daha da zorlaştıran bizleriz; ya da o da bize yaşamı öğretirken neler olacağını kestirememiş olabilir.
Ben, şimdi onu bunu bırakıp yaşamı kolaylaştırmanın zamanı geldi diye düşünüyorum.
Gerçek değilse susmayı bilecek ama doğru ise de avazın çıktığı kadar bağırıp konuşacaksın. Gerçek olan her neyse dimdik duracak onu sonuna kadar savunmayı bileceksin.
Eğer senin değil ise elini sürmeyecek, gücünün yettiğinden fazlasını ortaya koyup, sürene de mâni olacaksın. Hakkı olan, sahibinden alınıyorsa alana da bu duruma sessiz kalana da anlaşılır şekilde tavrını koyacak esas olan hak sahibinin yanında dik bir şekilde duracak, onu savunacaksın.
Doğru gelmiyorsa yapmayacak, yanlış yapana da engel olacaksın. Kendin de dahil olmak üzere her kim yanlışa sürükleniyorsa ona doğruluğu, yanlışın karşısında dimdik durmayı öğreteceksin ki yanlışa yanlış, doğruya doğru desin ve yanlışın karşısında durabilsin.
Bilmiyorsan asla yorum yapmayacak, yanlış fikirlere kapılmayacak, susacaksın. Bilip bilmeden konuşmanın ağırlığı altında ezilmektense bilmiyor olmanın tüy kadar mükemmel hafifliğiyle keyiflenecek, kendini bulacaksın. Fakat bu hafifliğin ardına sığınmaktan vazgeçip ilk fırsatta her şeyin en doğrusunu doğru biçimde öğrenecek ve öğrendiklerini başkalarına da öğretmeyi görev bileceksin. Söylediklerin değil yaptıkların şekillenecek; tavrın, duruşun ve hareketlerin ile ne yaparsan o hayat bulacak.
Belki başlarda zorlanacak işine geleni yani en kolayını seçecek ve onu uygulayacaksın. Seçim hakkı senin elbet… Dokunuşunla yaratmak istediğin şey her ne ise önce ona karar vermeli sonra da müziğin sesini öyle bir açmalısın ki tuttuğun ritmin eşliğinde vals başlasın. Sonrası mı? Sonrası çorap söküğü.