Loading

Zeki COŞKUNSU

Savaş

Birbirini tanıyan,

Ama birbirini öldürmeyen insanların çıkarları için,

Birbirini tanımayan insanların katledilmesidir.(1)

Paul Valery

Şiddetin zekası vardır, aklı ve vicdanı yoktur,

O yüzden irfanı da yoktur.

Savaş için belki zeka, ama barış için akıl gerekir.

Savaş için ‘yürekli’ olmak yerine,

Ey talib, sen asıl barış için gönüllü ol!(2)

Dücane Cündioğlu

“Savaşma;

Özgür kal-Özgürce yaşa,

Otantikçe sev(iş) ve üleş-paylaş!”

(Zeki Coşkunsu)

Kadim gönül dostum, hakîkât yolcusu Mehmet Ender Çelik (1969-…) haklı, yerinde ve kardinal(temel) şöyle bir soru yönlendirir ve açımlar: “İnsanlar özgür olmayı niçin sevmez, niçin özgür düşünemez ve ondan korkar? Özgürlüğün olmadığı, başkasının iradesine ve merhametine bırakılan bir yerde eşitlik, huzur, mutluluk, eme-ğin hakkı, üretim, hakça paylaşma, adalet/hukuk ve düşünce gelişebilir mi? Son 2000 yıllık tarihe baktığımızda bütün ‘kitlesel savaş ve büyük katliâmlar’ın nedeni ‘siyasallaşan din’ ve yine son 200 yıldır bizleri en az o kadar büyüleyen ‘ideolojiler’ olarak [küresel emperyalizm ve kapitalizm], ulusçuluk, ırkçılık(radikal milliyetçilik) ve komünizm değil midir? Başka halk ve milletlerin her türlü üretimi ve bir bütün olarak sömürülmesi ve katledilmesi bu nedenle gerçekleşmemiş midir? Her türlü zulüm ve haksızlığa sebep olan, evimiz olan gezegenimizi ve içindekilerini acımadan ifsat ederek bizlere cehennem yaşatan bir din ve düşünce özgürlük sunabilir mi, hep ötekileştirerek, öteki’ni yaratarak adaleti gerçekleştirebilir mi, insana/insanlığa umut olabilir mi?”

Tanrı’yı ve insanlığın ortak vicdanını yaralayan bir din ve düşünce sadece global ve yerel efendilere hizmet eder, yalın insan dahil tabiat ve bileşenlerine ise sadece zulüm getirir. Size ‘dava’dan bahseden herkesten kaçınız, zira ya canınıza, ya malınıza, ya da özgürlüğü alınmışlar olarak sömürülmenize/köleleştirilmenize karar verilmiştir; bunu hiç unutmayınız. Sizlerden kahramanlık bekleyenlerin önce kendilerinin kahramanlığını görünüz, fedakarlık talep edenlerin de fedakarlığını… Sizden daha varsıl, daha rahat olanların büyülü sözlerine değil, içinde oldukları pratiğin gerçekliğine inanınız. Kişinin doğuştan sahip olduğu her türlü hakları, onuru ve özgür düşüncesi en az varlığı kadar önemlidir ve devredilemez özelliğe sahiptir.(3)

İlgili sorunun yanıtı da bana göre şöyle: “Neden mi? Nedeni açık seçik ortada: Bütünlük-Bütünsellik(intégrité-wholeness-holistique)’ten kopup parçalanmışlık(fragmentation)’a yelken açan insan, maalesef, kendi özbeöz(gerçek) otantisitesinden (otantikliğinden; gerçeklik-doğruluk-güvenirliliğinden) kaçışı nedeniyle özgür bir birey olamaz ve özgürce düşünemez. O artık sayısız Godot(*)ların malı, kulu, kölesidir de ondan.

(*)[Godot; ve/veya ünlü İrlandalı yazar, şair, öğretmen ve edebiyat eleştirmeni, James Augustine Aloysius Joyce’un (1882-1941) takipçisi olduğu için son modernistlerden, daha sonraki pek çok yazarı etkilemiş olduğu için de ilk post-modernistlerden biri olarak değerlendirilen İrlandalı yazar, oyun yazarı, eleştirmen ve şâir. 20. yüzyıl deneysel edebiyatının önde gelen yazarlarından, Samuel Barclay  Beckett’in (1906-1989) “Godot’yu Beklemek (En attendant Godot): Âdeta sonuçsuz, absürt(saçma) bir umut, bekleme eylemi. Eylemsizliklerine yenilmiş insanların, “Godot” adında, ne olduğu bilinmeyen bir kurtarıcı(!) şahsiyet veya bir şeyi beklemeleri… Bir gün gelip bizleri, içinde bulunduğumuz saçma varlıklar dünyasından alıp bir yerlere götürecek olan kurtarıcı şahsiyet. Gelmeyeceğini bildiğiniz hâlde onu, “Godot”yu beklersiniz, bir ümit gelmesini dilersiniz, ama o hiç gelmez. Siz yine de beklersiniz.](4)

Evet, oldum olası hep Godot(!) bekler bizde insanlar. Mesîh ve Mehdi saplantısı bitmiyor; nâm-ı diğer Tanrı’nın gölgesi… Sanat, felsefe, bilim, modern kültür, din ve ahlâk üzerine metafor,  ironi ve aforizma dolu bir üslupla eleştirel yazılar yazmış olan ünlü Alman  filolog, filozofkültür eleştirmenişair ve besteci; güç istenci, üst-insan (hyperanthropos-übermensch: süperinsan), bengi dönüş gibi özgün fikirlerle tanınan Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900) haksız değildi “insan güç istemidir!” derken. Ama bunlar ona da uymuyorlar… Bunlar patronun sopasının altında kendilerini güçlü hissediyorlar. Baba’nın, yani Tanrı’nın gölgesi…

Savaşa gelince; temel ilke barıştır, savaş ise ârizî… İnsan Hakları Evrensel Değerleri bağlamında bu kardinal atribünün (temel hassa-öznitelik’in) sadece bir istisnası var (ki evrensel hukukta da bunun yeri vardır); o da nefs-i müdafaadır. Dolayısıyla bireye ve/veya ülkesine-vatanına saldıran, işgale yeltenenlere yönelik verilen haklı yanıttan biri. Örneğin Kurtuluş Savaşı. Nâm-ı diğer Savunma Savaşı. İşte bu, istisnâî olup istendik olmayan ama temel ilke olan barışın kaçınılmaz-zorunlu-yaşamsal olanıdır.

Bu bağlamında M. K. Atatürk, “Her iki tarafında hedeflerine varabilmesi için iki güçlü grubunda anlaşması esastır. Sonuçta varabilecekleri hedefler bir plan çerçevesinde belirlenmiştir. Siyasi Oturum (Séance Politique). Mutlaka şu veya bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftârı değilim. Savaş ‘zorunlu’ ve ‘hayati’ olmalıdır. Hakiki düşüncem şudur: Ulusu savaşa götürünce vicdan azabı duymamalıyım. ‘Öldüreceğiz!’ diyenlere karşı, ‘ölmeyeceğiz!’ diye savaşa girebiliriz. Ancak, ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir. Barış ulusları ferah ve saadete götüren en iyi yoldur.”(5) der.

“Savaşa Hayır. Savaşa Gitme ve Gitmeyeni de Destekle!” mottosu ile de bu devrimci ve pasifistik (barışcıl) şiirsel manifestoyu yaygınlaştırarak evrensel barışa katkıda bulunalım.

Bitmedi. Yalnızca “demek” yetmez; bunu eyleme geçirelim. Zira işin bu gerek-şartı… Yeter-şarta gelince; henüz 26 yaşında ölümünden birkaç gün önce, 1947 de yazılmış olan aşağıdaki şiir [“Sag Nein(Hayır De)!” adlı eserindeki “Yapılacak Tek Şey Var!” şiiri, devrimci şiirsel manifestosu](6); II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan, şehirlerin yıkılması, ailelerin dağılması ve savaş travmaları ile şekillenmiş bir edebiyat türü olan Yıkım Edebiyatı’nın en tanınmış yazarlarından biri  olan Alman şair, oyun ve öykü yazarı Wolfgang Borchert’a (1921-1947) göre “Yapılacak Tek Şey Var!”:

   “Sen. Makine başındaki ve atölyedeki adam… Sana yarın su boruları ve vanalar yerine çelik miğferler ve makineli tüfekler yapmanı emrederlerse, yapılacak bir tek şey var:

   HAYIR de!

     Sen. Tezgâhı ardındaki ve bürodaki kız. Sana yarın bomba doldurmanı ve keskin nişancı tüfekler için hedef dürbünleri monte etmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. Fabrika sahibi. Sana yarın pudra ve kakao yerine barut üretmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. Laboratuvardaki araştırmacı. Sana yarın eski yaşama karşı yeni bir ölüm icat etmeni emrederler-se, yapacağın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. Odasındaki ozan. Sana yarın aşk şarkıları yerine nefret şarkıları söylemeni emrederlerse, yapaca-ğın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. Hastası başındaki doktor… Sana yarın savaşa adam yazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. Kürsüdeki din adamı. Sana yarın savaşa dair kutsal sözler söylemeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. Vapurdaki kaptan. Sana yarın buğday yerine top ve tank taşımanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. Havaalanındaki pilot. Sana yarın kentler üzerine bomba ve fosfor yağdırmanı emrederlerse, yapa-cağın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. Dikiş masası başındaki terzi… Sana yarın üniformalar dikmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. Cübbesi içindeki yargıç… Sana yarın savaş mahkemesine gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. İstasyondaki adam. Sana yarın cephane treni ve kıt’a nakli için kalkış sinyali vermeni emrederler-se, yapacağın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. Kentin varoşlarındaki adam. Sana yarın gelir de siper kazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var:

     HAYIR de!

     Sen. Normandiya’daki, Ukrayna’daki, sen Vancouver’daki ve Londra’daki ana. Sen Missisippi’deki, Hamburg, Kore ve Oslo’daki ana, bütün toprak parçaları üzerindeki analar, dünyadaki analar, sizden ya-rın yeni savaşlar için yeni askerler doğurmanızı isterlerse, dünyadaki analar, yapacağınız bir tek şey var:

     HAYIR deyin!

     Analar, HAYIR deyin!

     Çünkü hayır demezseniz, eğer hayır demezseniz analar, sonra, sonra:

     Kalabalık puslu liman kentlerinde, büyük gemiler ölü ıssız rıhtımlarda ceset gibi susacaklar, bir za-manlar parıldayan bedenleri dev mamut kadavraları gibi su üstünde ölgün ve hantal, su yosunu, deniz bitkileri ve midye kabuklarıyla kaplı, çınlayan gövdesi çürümüş balık kokusuyla yüklü, yıpranmış, hasta ve ölü gövdesi rıhtım duvarlarına karşı, yalnız rıhtım duvarlarına karşı yalpalayacak…

     Tramvaylar, tellerin ve rayların bükülmüş çelik iskeletlerinin yanında, anlamsız cam gözlü kafesler gibi uzanacaklar…

     Güneşli asmalar yamaçlarda çürüyecek, pirinç toprakta kuruyacak, patates sürülmemiş topraklarda donacak ve sığırlar katılaşmış bacaklarını devrilmiş iskemleler gibi dikecekler gökyüzüne…

     Paslı sabanların yanındaki tarlalarda mısırlar, yenilmiş bir ordu gibi dümdüz olacaklar.

     Mutfaklarda, odalarda ve kilerlerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda son torba un, son kâse çi-lek, kabak ve diğerleri bozulup gidecek, ekmek ters çevrilmiş masaların altında, parça parça olmuş tabak-ların üstünde yemyeşil kesilecek, ortalığa yayılan yağ, sabun gibi kokacak, tarlalarda buğday paslanmış karasabanların yanına düşüp kalacak, yok edilmiş bir ordu gibi, tüten tuğla bacalar, demirci ocakları ve yıkık fabrika bacaları çimle kaplanarak ufalanacak, ufalanacak, ufalanacaklar…

     Sonra son insan dökülüp parçalanmış bağırsaklarıyla ve kirlenmiş ciğerleriyle zehir gibi kızaran güne-şin, yalnız yıldızların altında bir yanılgı gibi oradan oraya dolaşacak, o kocaman beton yığınları, tenha kentlerin soğuk putları ve gözden kaçması olanaksız toplu mezarları arasında yalnız, o son insan, kup-kuru, delirmiş halde, o korkunç soruyu soracak:

     NEDEN?

     Bu ses bozkır derinliğinde yiterek duyulmaz bir hale gelecek, yıkıntılar üzerinde esecek, çatlaklar ara-sından geçecek, bu ses, ibadethane enkazları içinden akıp sığınaklara çarpacak, kan birikintileri üzerine düşecek, duyulmayacak, yanıtlanmayacak, o son insanın bağırışı…

     Tüm bunlar olacak, yarın, yarın belki, belki hemen bu gece, belki bu gece, eğer-eğer-eğer siz:

     HAYIR demezseniz!”

Sevgili otantik okur Ayşe Erman haklıydı: “Şeytan az haksız da değilmiş hani… Dünyada bozgunculuk (fesat) yapacak-çıkartacak ve kan akıtacak gereksiz bir türüz bazen; hangi açgözlülük türü bir tek çocuğun çığlığına değer? Gerçekten özgürlük, adalet mücadelesi değilse, savaş bir cinayet… Oysa bu cinayeti haklı gösterecek pek çok şey öne sürülür, temeli menfaattir, maskesi kutsallardır. Bazen kaçmak mümkün olmaz ama güçlü ve etik olmak, önemli bir dereceye kadar korur. Savaşabilecek kadar güçlü, hazır ve cesur ama savaşmayacak kadar barışcıl ve iyi niyetli olmak, olabilmek, en güzeli… Gücü elinde tutarken de ‘dark side of the force (güçün karanlık yüzü)’a geçmemek de bir nefs sınavı…” derken.

Evet, sizce de malum 2/30’daki intâk(konuşturma) edebi sanatıyla dillendirilen o hakikat; sadece insanlığın bir cüzü ve/veya çoğunluğunun böyle olacağıdır, yoksa tüm insanlık değil… Zira aynı ayetin son cümlesi; ‘mâ lâ taglemȗne innenî ‘aglemu (Muhakkak Ben sizin ilminiz olmayanının da Âlimiyim)’ diye son noktayı koyar. Elbette bir çocuğun bir damla gözyaşına tüm dünyanın nimetleri-düşünceleri bedeldir. Hemfikiriz. Sadece ufak bir düzeltide bulunayım. Adalet mücadelesi yerine, Adaleti ikâme etme (ayakta tutma-ayağa kaldırma)-Adaletin tesisi prosesi daha uygundur. Zira mücadele de, cedel kökenli bir kavram olup, o da dominant ego-benlik operatörü tandanslı/endekslidir. Diğer yorumlara katılıyorum; yüreğim o yorumlarla hemhâldir.

Sözün özü, Friedrich Wilhelm Nietzsche’nin şu manidâr sözünde taçlanıyor: “İnsan, bir an önce kargaşasını kendine anlam veren bir düzene çevirmezse, yıldız doğurtmazsa, karanlığında yok olacaktır.”(7)

Son tahlilde, işte ben de bu yüzden demiştim: İnsanın özbeöz kendinden-kendi doğasından, otantisiteden kaçışı… Ben bir savaş karşıtıyım! Gündemdeki, Ukrayna’da sürüp giden de, ikili bir savaş değil, düpedüz Rusya’nın arka planda anlaştıkları İngiliz ve Amerikan emperyalizmi ve kapitalizminin müşterek bir işgalidir. Faturasını ise ağırlıklı olarak Ukrayna halkı, dolaylı olarak da dünya insanlığı ödüyor, bizlere ödettiriliyor. Zira onlar insanlık düşmanıdır. ‘Savaşa Hayır!’ deyiniz; ‘Devrimci ve Pasifistik (Barışcıl) Şiirsel Manifesto’ eşliğinde…

     (1) Bkz. VALERY, Paul; https://eksisozluk.com/sozlukteki-kadinlarla-savas-uzerine-konusmak–7186185https://www.trendsmap.com/twitter/tweet/1497147018359324677. (Erişim Tarihi: 24.02.2022).

        (2) Bkz. CÜNDİOĞLU, Dücane; 24.02.2022 tarihli, “Dücâne Cündioğlu Okuyucuları” adlı sitedeki Modaratör Haktan Erdoğuş’un paylaşım yazısı, https://www.facebook.com/groups/194730758582. (Erişim Tarihi: 24.02.2022).

     (3) Bkz. ENDER, Mehmet; 04.09.2021 tarihli, kendi “facebook” ana sayfasındaki paylaşım yazısı, https://www. facebook.com/M.endercelik. (Erişim Tarihi: 04.09.2021).

     (4) Bkz. BECKETT, Samuel Barclay;  “En attendant Godot(Godot’yu Beklerken)”, -published (1952)-, (performed 1953), “Waiting for Godot(Godot’yu Beklerken)”, pub., 1954, (perf. 1955), -1969 Nobel Yazın Ödüllü-, Can Yay., İstanbul, 1990 (İlk yayınlanma: 1 Ocak 1963) & ITZKOFF, Dave“The Only Certainty Is That He Won’t Show Up”, The New York Times, (12 November 2013) & HARMON, M.(Ed.); “Letter to Alan Schneider”, p. 6, -The Correspondence of Samuel Beckett and Alan Schneider- (27 December 1955), Harvard University Press, Cambridge, 1998, & KALB, J.; “Beckett in Performance”, Cambridge University Press, Cambridge, 1989, p. 43 & BROWN, V.; “Yesterday’s Deformities: A Discussion of the Role of Memory and Discourse in the Plays of Samuel Beckett”, pp. 35-75 & ALVAREZ, A.; “Beckett” (2nd Edition), Fontana Press, London, 1992. Ayrıca bkz. https://en.wikipedia.org/wiki/Waiting_for_Godot & https://eksisozluk.com/godot–48826 & https://eksisozluk.com/godotyu-beklerken–569525?nr=true&rf=godotyu%20beklerken. (Erişim Tarihi: 29.01. 2021).

     (5) Bkz. ATATÜRK, Mustafa Kemal(Adana, 1923); “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri(I-III)”, , Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Divan Yay., (5.Baskı), Ankara, 2006.

     (6) Bkz. BORCHERT, Wolfgang; “Sag Nein(Hayır De)!” adlı eserindeki, “Yapılacak Tek Şey Var!” adlı şiiri, -çev., Celal Üster-, Yordam Kitap Yay., İstanbul, 2021 (İlk yayınlanma: 1947). Ayrıca bkz. www.yersizyurtsuz.com. -çev., Rahman Haydar-, (Erişim Tarihi: 24.02.2022).

     (7) Bkz. NIETZSCHE, Friedrich Wilhelm;  “Böyle Buyurdu Zerdüşt”, -Önsöz’ünden-, çev. Murat Batmankaya, Say Yay., (ilk basım 2006), İstanbul, 2016.

Reklamlar

By zekicoşkunsu

Şair, yazar, araştırmacı. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. Bilgi Eğitim ve Sosyal Araştırmalar Vakfı Mütevelli Heyeti üyesidir. "Natürel İlimler Felsefesi", "Operasyonel Araştırmalar", "Sibernetik" & "Semiyotik" vb. ilmi disiplinlere ilişkin konularda çalışmalar yapmaktadır.

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: