Mümtaz, ağabey dediği amcasının oğlu İhsan’ın hastalanmasından beri doğru dürüst sokağa çıkmamıştı. Evde duvarlar üstüne üstüne geliyor, iç muhasebelerle sabahı zor ediyordu.
-Ben kimim? Benim adım niçin Mümtaz?
Pazarcının sesiyle uyandı.
-Çoraplar 1 lira! İhraç fazlası bunlaaar geel!
Yastığı kulaklarına siper etti fakat nafile…
Anlaşılmıştı. Bugün uyku ona haramdı. Kalktı ve karıncaları mutfağa kadar takip etti. Karnındaki gurultu ordusu eşliğinde bir bardak su alıp odasına geçti. Gözü, özgürlüğünü ilan etmiş ayak başparmağına kaydı.
Zihninde çorabın serüvenini başlatmaya koyuldu. Eli ise en az 10 senelik olan dolma kalemindeydi…
Bu hayatta serüveni olmayan tek bir nesne dahi yok, diye mırıldandı. Ayağımızı ısıtan çorabın serüveni uzundu .Uzaklardan bir yerlerden burnuna kına kokusu çalındı.Eskiden arife günlerinde kız çocuklarının ellerine kına yakılır, çoraplar ise kalkan görevini üstlenirdi. Serüvenin yüzlerde güller açtıran kısmı ise kartopu oynamak isteyen ellerin, karla buluşmasını engelleyen ekonomiye kafa tutmasıydı…
Mürekkebi biten dolma kalemine üzgün bir bakış attı. Çekmecesini açıp sağlam çorap aramaya girişti. Sokak havası almaya mecbur kalacak gibi gözüküyordu. Artık vakti gelmişti. Hızlıca üstünü giyindi. Bir yandan sokağı düşlerken bir yandan elleriyle buzdolabının üstünü yokladı.Birkaç bozukluk bulup cebine attı.
Bu zamana kadar sessizliğini bozmamıştı…
Merdivenlerden inerken midesi bulandı, gözleri dünyasını karartacak gibi oldu.
Temiz havayı ciğerlerine çektiği an, dolma kalemiyle yaşıt olan gökyüzü hasreti karnındaki kelebeleri uçuşturdu…
Sümeyye GEDİZLİ