Loading

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});      Boks maçlarını oldum olası sevmezdim. Kız kardeşimin intiharından sonra, sanırım şiddete meyilim artmıştı. Kardeşimin ölümü değil, ölümüne sebep olan adamdandı bu. Demir’le tanışıklığımız, sevgili oluşumuz da bununla ilgiliydi biraz. Demir, vahşi hayvanlar gibi dövüşen oldukça çirkin bir adamdı. Bazen duyarız, dövüş sanatları gibi söylemleri… Dövüşmek sanat sayılıyordu madem, ben de her gece Beethoven’la sevişiyordum o zaman. Demirle aynı kaderi yaşamıştık aslında, ikimiz de yetiştirme yurdunda büyümüştük. O zamanlar tanışıklığımız yoktu tabi. Birkaç yaş büyüktü benden, ama yurdun efsanesiydi. Korkusundan kaçıp saklandığımız bakıcılar, Demir’i görünce yollarını değiştirirlermiş, duyardım. Herkesi milli sporcu olacağım diye kandırıp, yetimhane hayatı boyunca profesyonel dövüş eğitimi almıştı. Yurt hayatı kavgalarla geçmiş psikopatın tekiydi. Oradan çıktıktan sonra da kötü şöhreti ona karanlık bir çevre kazandırmıştı haliyle. Burnu birçok defa kırıldığından, şekilsiz ve kocamandı. Ondan nefret ediyordum. Gözlerinden eksik olmayan çapaklarını, sarı dişlerini görmeye bile tahammülüm yokken, kaç defa öpüştüğümüzü hatırlamıyordum bile… Üç aydır beraberdik. Gizemli, iyi dövüşen bir adam olsa da bu çirkin görüntüsü, sadece erkeklerde hayranlık uyandırırdı. Öyle ki; dev bir gorilin, çıkıp rakibini acımasızca nakavt etmesini izleyip, zevk alırlardı. Çevresinde hiçbir zaman kadın görmemiştim. Çok zordu ona tahammül etmek. Düşünsenize yemek yiyorsunuz ve tam yemeğin ortasındayken, tabağınızda kurtçukların olduğunu görüyorsunuz. Mideniz bulanıyor, oracıkta kusmak istiyorsunuz, ama masadan kalkamayıp yemeye devam ediyorsunuz. Hatta o kurtçukları da yiyorsunuz. Yemek bittiğinde de memnuniyetinizi belirtiyorsunuz. Çirkin bir adamla, bir amaç uğruna da olsa ilişki yaşamak böyleydi işte. İçinde bulunduğum durum bunu gerektiriyordu. Ne kadar daha tahammül etmem gerekiyor bilmiyordum. Ama acele etmezsem, olmasını istediğim şey, belki de benim başıma gelecekti.

     Demir’e hiç kimse istemediği bir şeyi yaptıramazdı. Körü körüne bağlandığı kadın dışında. Üç ay olmuştu ilişkimiz başlayalı. Anne şefkatini de tatmadığı için dört elle sarılmıştı bana. Neredeyse her akşamımız, evlenme teklifleriyle bitiyordu. Bir saniyesi bile zulüm gibiydi böyle anları bu adamla yaşamanın, ama tahammül etmeliydim. Zorundaydım. Her geçen gün aşk daha da kör ediyordu gözünü. Hatta bazı geceler, eğer istersem, o çok sevdiği sokak dövüşlerini de bırakabileceğini söylüyordu. Düzgün bir iş kurup, normal bir hayat sürebileceğini… Nasılda inanmıştı, onunla bir hayat geçirmek istediğime… Normal hayatı olunca, sanki koca kafası küçülecekmiş gibi… Normal bir hayat istesem, bir gorille neden aynı evde yaşayayım ki? Ondan istediğim, aksine daha da vahşileşmesiydi. İçinde son kalan insan kırıntılarını da yok edip, acımasız bir hayvana dönüşmesiydi. Uysal olması hiç bir işime yaramazdı.

     Kıskanç bir adamdı Demir. Birkaç adamı haklamışlığı vardır, sırf adrenalini yüksek sokak dövüşlerini izlerken, ayağıma bastıkları ya da koluma çarptıkları için. Beni ve etrafımdaki bütün insanları kısıtlamıştı.
Bir gün eşyalarımın arasında bir fotoğraf bulmuştu. Genç bir adama aitti. Fotoğraftaki adam, düzgün tıraşlı, oldukça yakışıklı bir adamdı. Fotoğraf çekildiği anda oldukça keyifli olmalıymış ki dişleri görünüyordu. Eve döndüğümde, salonun dağınıklığını fark etmiştim. Kırılmış birkaç parça eşyayı da ardından. Ateş püskürecek gibi olmuştu Demir. Kıpkırmızı suratını, şakaklarındaki damarların şiştiğini gördüğüm zaman, işte benim hayvanım demiştim. Tam da istediğim kıvama gelmeye başlamıştı.

      Evet sıkıntılı bir adamdı, dengesizdi ama emin olduğum tek şey vardı. Bana hiç bir zaman zarar veremezdi. Ben onun şah damarıydım. Kesebilir miydi hiç? Ona kendi irademle, aşkımdan yaklaştığımdan o kadar emindi ki; bugüne kadar başka bir erkeğe gidebilme ihtimalini düşünmemişti bile… O güçlü adamın yumuşak karnıydı, benim gitme ihtimalim. Biraz önce evi paramparça yapan adam sanki o değilmiş gibi, omuzlarımdan tuttu nazikçe:

-Kim o adam? dedi.

     Gözlerime öyle bir bakışı vardı ki. Pavlov’un köpeklerini anımsattı birden. Salyalarıyla sahte tavırlar sergileyip ekmek dilenen o köpekler gibi sadakat dileniyordu.

-Hangi adam? dedim.
-Fotoğraftaki.
-Ne fotoğrafı?
-Eşyalarının arasında bir fotoğraf buldum.
-Sen benim eşyalarımı mı karıştırıyorsun? Ne demek bu? diye çıkıştım.

     Dağları devirecek görüntüye sahip olan dev adam, o an şirinlik yapmaya çalışan, bir maymuna dönüşmüştü adeta. Şaklabanlık yapmaya çalışıyordu ama beceremiyordu. Bir gün ona geldiğim gibi, pekâlâ başka bir erkek için onu terk de edebilirdim. Olayı geçiştirip tam bir açıklama yapmamıştım. Çünkü, şüphe bir kere girmeye görsün insanın aklına. Tahta kurusu gibi sessiz sessiz derinden kemirirdi. Demir gibi her şeyini gücüyle kazanan adamlar, işlerini şansa bırakmazlar. En ufak şüpheye kapılmak yerine, büyük sonuçlarla çözmeyi tercih ederlerdi. O her şeyi yapabilirdi, her şeyi göze alabilirdi, tek handikabı benim ondan vazgeçme ihtimalimdi.

     Önceleri yalnız başıma çıkıp dolaştığım sokaklarda. Artık arkamdan bir adamın geldiğini, gizli gizli beni takip ettiğini fark edebiliyordum. Demir peşime adam takmıştı. Tuhaf bir şeydi takip edilmek. Her gün Demir’e yaptıklarımı rapor mu edecekti bu adam şimdi? Demir’in kuşkuları yavaş yavaş büyüyordu. Biraz kıvılcım atma zamanıydı. Dışarıya her çıktığımda, peşimdeki sıska adamı, mağaza vitrinlerinin camından fark etmemle, en yakın telefon kulübesine gider, saatlerce konuşurdum. Eve döndüğümde ise, sıska adamın arayıp bunu anlattığını, Demir’in asık suratından ya da kırık birkaç eşyadan anlardım. Öyle ya yetimhanede büyümüştüm, hiç bir akrabam olmamalıydı. Saatlerce kimle konuşabilirdim ki?

      Yavaş yavaş hayvan sever bir kadın olmaktan uzaklaşıyor, hayvan terbiyecisi konumuna geçiyordum. Her şey istediğim gibi oluyordu. Dikkatli olursam planım tıkır tıkır işleyecekti. Ama en ufak hatamda ne olurdu kestiremiyordum. Demir’den yavaş yavaş ilgimi kesmeye başladım. İlk defa beğenmediğim özelliklerini dile getirmeye başlamıştım. Burnunun çirkin olduğunu söylediğimde çok şaşırmıştı. Üç aydır ilişkideki rolüm, bu çirkin adama bile, inanılmaz özgüven vermişti. Kalın kafasının içindeki küçücük ceviz, aldığı darbelerden hala kırılmamıştı ki… Bakışlarından anlıyordum, bir rakibinin olduğunu düşündüğünü. Bütün ormana sahip gorildi o neticede, şimdi yabancı bir gorilin varlığını hissetmişti. Bu his buram buram tehdit kokuyordu. İlk defa bir dövüş, onun için bu kadar anlam kazanmıştı. Ödül, körü körüne bağlı olduğu, sevdiği kadındı. Bendim… Sonraki günler, vitrinlerde beliren sıska silueti görür görmez, hemen telefon kulübesine gidip, hep aynı numarayı aramaya devam etmiştim. Eve her geldiğimde, Demir’in çaresiz tavırlarından, şimşek çakan gözlerinden anlardım şüphenin tesirini. Dağları yıkacak kadar güçlü olan goril, başını iki elinin arasına alıp kara kara düşünen bir maymuna dönüşmüştü. Horlaması yüzünden çoğu gece uyuyamadığım adam, birkaç gündür ben uyumadan gözlerini kapatmıyor, eşyalarımı karıştırıyor ya da uzun uzun beni izleyip, şüphelerine yanıtlar arıyordu.

    Bir hayvan yemek yemiyor ya da su içmiyorsa sadece hastadır. Ama uyuyamıyorsa, bir şey canına kastetmiş demektir.

     O gün yine sokağa çıkar çıkmaz aynı numarayı aradım. Bu sondu. Bir kaç gün sonra, bu görüşmelere ihtiyacım olmayacaktı.

     Her gün aradığım numara aslında PTT masal hattıydı. Yetimhane yıllarında geceleri gizlice müdirenin odasına girip, kız kardeşime mutlu olsun diye masallar dinlettiğim hat. O zamanlar her aramamda farklı farklı masallar dinlesek de kız kardeşimin intiharından sonra, hep aynı masalı dinlemeye başlamıştım. Masal şöyleydi:
 Dağların arasında, insanlardan uzakta yaşayan bir şahin varmış. Yuvasını kayaların arasına, dağın en sarp kısmına yapmış. Zaman içinde bir yavrusu olmuş. Yavru hayata gözlerini açtığı andan itibaren, dünyaya hep tepeden baktığı için yerde ne olup bittiğini bilmezmiş. Tek gördüğü bildiği annesi ve babasıymış. Bir gün baba yiyecek bulmak için ayrıldığı yuvaya, bir daha hiç dönmemiş. Artık bütün hayatı annesi olmuş. Kanatlarını kullanabilecek kadar büyümediği için her gün annesini tedirginlikle beklermiş. Gündüzleri başlayan korkuları, güneş batımında annesinin ufukta görünmesiyle son bulurmuş. Bir gün anne yuvaya döndüğünde yavrusunun yuvada olmadığını görmüş. Paniklemiş. Uçamadığı için düşmüştür diye aşağılara bakmış. Yokmuş. Yuvanın biraz sağına doğru baktığında, bir anne için en zor olanı görmüş. Bir yılan yavrusunun cansız bedenini yutmaktaymış. Şahin ki; dağın hakimi, zirvenin mutlak sahibi… Ne hadsizlikti küçük bir yılanın, evladına musallat olması. Şahin yuvasından hiddetle havalanmış, gökyüzüne doğru. Hedefine kilitlenmiş ve derin bir dalışla yılanı kapmış. Yuvasına getirmiş. Evladı yılanın midesindeymiş. Şişlikten belli oluyormuş. Evladı yılanın içinde diye öldürememiş yılanı, ama başından da ayrılmamış. Kaçmasına da izin vermemiş. Bir gün yılanın karnındaki şişlik tamamen kaybolunca. Anne şahin o gün yılanı otuz parçaya bölmüş. Evladının hayatını koruyamamıştı ama sevgisine sadakatini göstermişti. İntikamını almıştı.
İşte her gün telefon kulübesine gelip, defalarca dinlediğim masal buydu. Çünkü bu masal, ölen bir sevdiğinizin arkasından sadece yas tutmanın, sizi hiç bir zaman rahatlatmayacağını öğütlüyordu. Bu, bildiğim sonu kötü biten tek masaldı. Hayat bir kurmacaydı, herkes istediği her şeyi yapabilirdi. Ama yaptığı her şeyinde bedelini ödemeliydi. Kâinata hasıl olmuş düzen buydu. Bende hayattaki rolümün bedelini istiyordum. Kısasa kısas olmalıydı. Madem kız kardeşimi alabiliyordu ölüm meleği. Müsebbibi de ölmeliydi.

     Peşimdeki adamda, sanırım Demir kadar beyinsiz bir adamdı. Gölgem gibi dibime kadar sokuluyor, her hareketini fark ettiriyordu. Görmemezlikten geliyordum. Oda kendini iyi bir hafiye olarak düşünmüş olacak ki: Yılmadan takip ediyordu. Bulvardaki Kültür Merkezi’nde bir sempozyumun olacağını duymuştum. Konunun ne olduğu hakkında hiç bir fikrim ya da ilgim yoktu. Dikkatimi çeken kimlerin katılacağıydı. Kurumdaki müdürüm sağolsun. Hatır gönül bir bilet ayarlayabilmişti. İş çıkışı biraz alışveriş yapmış, ortama uygun elbise ve ayakkabı almıştım. Kolye ve küpede cabası… Eve gittiğimde hepsini salondaki masanın üstüne koymuştum. Fiyat etiketlerini de yırtmamıştım. Demirin görmesini istiyordum. Tutumlu, sade bir kız olduğumu biliyordu. Sevdiği kadının asla böyle şeylere heves etmeyeceğini de çok iyi biliyordu. Bu büyük değişikliğe neden ihtiyaç duymuştum. Düşünsün, uyuyamasın istemiştim. Sempozyum sabahı uyandığımda Demir’in pörtlek, yorgun gözlerinden, amacıma çok yakın olduğumu görebiliyordum. Sadece son rötuşları atmam gerekiyordu. Onun gözlerinin önünde mükemmel elbisemi giydim, ilk defa çok ağır bir makyaj yapmıştım. Kolyemi bile kendim taktım, o yokmuş gibi davranıyordum. Parfüm şişesini üstüme boşalttım. Aylardır hayatında olan kadın gözlerinin önünde saatlerce hazırlık yapmıştı. Demir kuşkularına esir düşmüş, dünyaları yakmaya hazırlanıyordu.

      Evden çıktım. Beyinsiz gölgemin beni fark etmesi için, evimin önünde bir sağa bir sola birkaç dakikalık bir oyalanma yaşadım. Adama kendimi takip ettirebilmek için özel çaba harcıyordum. Sempozyum salonuna kadar gelmişti arkamdan. Salona girerken sıska Gölgem’i, dışarıda bırakmıştım. Bileti yoktu. Sonra konuşmacılar birer birer dünyanın en sıkıcı muhabbetini yapmaya başladılar. Allah’ım amacıma ilk defa bu kadar yaklaşmışken, bu sıkıcı konuşmalar neden?  Birkaç saat süren savsatalara dayanamıyorken, yıllarını bu saçma konulara adayan adamlar karşımda duruyordu. Bir sürü sıkıcı adam, hepsi de aynı tip giyinmişti. Akademisyen olmak için lacivert ceket şart mı? Hiç mi aralarında farklı olmak isteyen biri olmaz? Bütün o lacivert sıkıcılığının arasında aradığım lacivert noktayı fark etmiştim. Öyleki bu aylardır beni uykusuz bırakan… O her şeyi bir kenara bırakıp, uğruna bir gorile terbiyecilik yaptığım nokta. O kadar kazımıştım ki aklıma, elimle koyduğum gibi buldum onu. Gamsız adam! Etrafına nasılda gülücükler saçıyordu.
Nihayet sempozyum bitmişti. Katılımcılar yavaş yavaş çıkıyordu. Önümde yürüyen adamın yanından geçerken, başımın döndüğünü fark ettim. Hafif sendeleyip düşüyor gibiyken. Biraz önce yanından geçtiğim adam tuttu kolumdan.

-İyi misiniz hanımefendi?

Kendimi hiç iyi hissetmiyordum, yardım etmesini rica ettim. Oldukça zarif olan bu adam, sanki az önce o sıkıcı konuşmaları dinlememiş gibiydi. Sıcaktı tavırları. Bir eliyle elimi tutarken, diğer eliyle belimden tutmuştu. Güçlükle yürüyordum. Ağırlığımı genç adamın üstüne doğru vermiştim. Mahcup gülümsememelerle ara ara dönüp birbirimize bakıyorduk. Salondan çıkmıştık. Bir adım daha atamayacağımı söyledim. Genç adam:

-Sizi hastaneye götürmeme izin verin. Arabam hemen şuracıkta. dedi.

     Arabaya bindiğimizde, gölgenin arkamızdan baktığını fark ettim. Hemen telefonuna sarılmıştı. Bariz Demir’i aramıştı. Hastanede bir kaç test vs. den sonra önemli bir şey çıkmamıştı. Zarif adam beni ısrarla eve bırakmak istedi. Evin birkaç sokak ötesine kadar, arabasıyla bırakmasına müsaade ettim. Ona bugün yaptığı iyiliği hiç bir zaman unutmayacağımı ve teşekkürümü bir jestle ifa etmek istediğimi söyledim. Bana kartını verdiğinde, gözlerinin içi parlıyordu, alnı terlemişti zarif beyefendinin. Eve girdiğimde üzerine oturabileceğim bir sandalye bile kalmamıştı. Demir çıldırmıştı beklediğim gibi. Ama evde yoktu. Bende oldukça yorgundum.

     Demir artık yatağa bile gelmiyordu. Dokunmuyordu bana. Sanırım şiddet uygulamaktan korkuyordu. Ertesi sabah uyandığımda birkaç gündür uyumayan gorili kucağında boş bir içki şişesiyle sızmış buldum. Dışarıya çıkmak için hazırlanırken oldukça gürültü çıkardım ama dünyaya dönmek gibi bir belirtisi yoktu. Sanırım uyku aleminde ormanın hâkimiyeti için gergedanlarla savaşıyordu. Bir not yazdım. Telefonumun bozulduğunu ve bir işimin olduğunu geç geleceğimi bildirdim. Uyanıp sehpayı falan parçalamaya kalkarsa, kaybolmasın diye elindeki şişeye iliştirdim notu. Zarifadamıaradım, güzel bir film seçmesini söyledim. Yolda giderken içim içime sığmıyordu. Eve girdiğimde cennet bahçesi gibi kokan bir adam vardı karşımda. Çok yakışıklıydı. Holde ki aynaya baktım salona geçmeden. Aynada baktığım kadın ben miydim? Gözlerimin içi parlıyordu.  Filmi bir müddet izledikten sonra ikimizde bunu istemediğimizi fark ettik. Zarif adam saçlarımla oynadığında engel olmadım. O da devam etti.

     İlk defa vücudumun titrediğini fark ettim. Bacaklarım, kollarım huzursuzdu, kontrol edemiyordum.  Demirden başka hiç bir erkekle yakınlaşmam olmadığı için tiksinç olduğunu düşünürdüm hep. Bu adam her saniyesinde, yıkılmış harap olmuş kadınlık hislerimi, yeniden inşa ediyordu. Sabaha kadar tenine veda edememiştim. Uyuya kaldığımızda zaten gün ağarmaya başlamıştı.

      Gözlerimi açtığımda, hâlâ uyuyordu. Gitmem gerekiyordu. Ama gidemiyordum. Amacıma bu kadar yakınlaşmışken bu hisler nereden çıkmıştı. Başka bir zamanda karşılaşsaydık olmaz mıydı? Onu izlemekten koklamaktan kendimi alı koyamıyordum. Uyandırıp güneş doğmamış gibi davransak mı? diye düşündüm. Ama hayır. Kendime gelmeliydim.
Eğildim son defa öptüm onu. Bu bir vedaydı. Çünkü hislerim bana oyun oynuyordu. Aylardır her şeyi bir kenara bırakıp kurduğum düzeni bozacaktı. O gün dairenin kapısını kapadığımda, her basamakta, sokağa indiğimde, attığım her adıma bir gözyaşı dökmüştüm. Öyle ki yanaklarım bile, sıcak temmuz gününde, bu nisan yağmurlarına anlam verememişti. Tek gayeye bağlı iğrenç hayatım kaldığı yerden devam ediyordu. Eve girdiğimde geceyi dışarda geçirmeme rağmen, saçım başım makyajım dağınık olmasına rağmen, çirkin adama ihanetimin bütün delillerini üzerimde taşımama rağmen, Demir kötü bir tepki vermedi. Kötü kokular sezdiğim bir ifadeyle gülümsüyordu.

     Ertesi sabah çalan telefonla yatağından fırlayan Demir’in peşinden bende çıktım. Demir artık bir şırıngaya hapsedilmiş ötenazi ilacı gibiydi. Zamanı gelmişti. Kalın kafalı gölgeyle yanlış bir şey yapmalarından korkuyordum. Bütün ipuçlarını dosdoğru bırakmıştım. Dar sokakta evinin önünde, dün seviştiğim adamı yakalamıştı.

      O gün dar sokakta üç kişiydik. Üçümüz de bir bedel ödemek için oradaydık. İkimiz neden orda olduğumuzu biliyorduk. Zarif adam hiç bir şey bilmiyordu. Çünkü hayat bütün gerçekliğiyle bütün acımasızlığıyla siyahtı. Onunsa tozpembe gözlükleri vardı. Zarif adam beni görünce şaşırdı, ne olduğunu anlayamadı. Aldığı darbelerden sersemlemişti. Kafası Demir’in ellerinin arasındaydı. Demir’de bana bakıyordu. Ellerinin arasında biraz sonra bir cinayet işlenecekti. Ama onun umurunda bile değildi. Bana bakıyordu. Bak diyordu çirkin adam aşık ruhuyla:

(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({}); -Bak! Sırtını dönmen için hiç bir neden yok.
-Uzaklaşman için, terk etmen için hiç bir neden yok.

     Biraz sonra adamın boynunu kırdı. Hiç acımadan… Olayı biraz uzaktan izleyişim. Adamı öldürürken müdahale etmeyişim. Onu takdir ettiğimi düşündürmüş olacaktı ki üst perdeden gülümsedi…

     Adamın çamura bulanmış cesedi kanlar içinde duruyordu. O akşam lacivert takımların içinde nasılda asildi oysa. Birde şu haline bakın. Usulca yaklaştım cansız bedenine, başucunda  eğilip;

-Siz yerde cansız yatan zarif beyefendi! Canınız hiç acıdı mı? Vücudum dokunuşlarınızla titrerken, kendinizi çok mu güçlü sanıyordunuz yoksa?

Sonra cesede fısıldamaya devam ettim:

-Kız kardeşimin günlüğü sizin isminizle dolu.
Aşkla sevgiyle kalpler içine aldığı isminiz onu iğfal edip ortada bıraktığınız cümleyle sona ermiş. Hayat bir kurmacadan ibaret. Kardeşim bana veda etmemiş, ama son satırına sizi hâlâ sevdiğini yazmış. Sizin vücudunuz tuzaklarla dolu. Zehirli bir sarmaşıktan farksız. Kardeşimi ararken kendimi kaybediyordum. Herşeye rağmen kardeşim biraz olsun içinizde olsaydı yine de öldürülmenize izin vermezdim. Ama siz çabuk unutuyorsunuz. Sizin elleriniz kirli. Siz o ellerle beni de sevdiniz.

  Bir tarafta kardeşi için yatak yatak dolaşan bir et
  Diğer tarafta çamurlara bulanmış, yakışıklı bir ceset
  Aşk kaybetmeye mahkumdur hep
  Çünkü aşktan güçlüdür nefret

UĞUR KAYA

Reklamlar

Bir Cevap Yazın

KÜNYE ONLİNE sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

KÜNYE ONLİNE sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et